Türk Müslümanlığı nedir? (5)

Türk Müslümanlığı, Kemalist modernleşmenin ümmetten ulus inşa etmek için ürettiği Türk üst kimliği söylemini İslam’la harmanlayan, modern milliyetçilik ve devletçilikle barışık bir Müslümanlık yorumudur. Bu yoruma sahip Türk Müslümanları, seküler Türkçülüğe karşı olsalar da yalnızca onun laik karakterine tepkilidirler. Laiklik dışında seküler Türkçülüğün savunduğu modern bir üretim olan olan ulus-devlet ve onun dini kimliğe karşı ürettiği etnik üst kimlikçiliği sürdürmektedirler. Bu kurguda ulus şeklinde dizayn edilen bir toplum ve onun üzerinde her konuda belirleyici olan bir devlet otoritesi vardır. Bununla birlikte Müslümanlık üst kimliği yerini Türk üst kimliğine bırakmıştır.

Her şeyden önce ortaya çıkan sonuç şudur. Türk Müslümanlığı, İslam perspektifinden bakılarak yapılan modernleşme eleştiri ve tahlillerinin yetersiz ve yüzeysel olmasının bir sonucudur. Türk Müslümanlığı din adına batıyı öteki olarak konumlandırıp tüm eleştiri oklarını ona yönlendirir. Batı eleştirilerinin merkezinde dini savunma refleksi yattığı için batı aydınlanmasında ilk bakışta din karşıtı görünen her şeyi eleştiri konusu yapar. Ancak bu yüzeyselliğinin sonucu olarak ilk bakışta İslam’a aykırı görünmeyen ulus, modern devlet, milliyetçilik gibi kavramlara aynı savunmacı refleksi gösteremez. Bunun bir sonucu olarak İslam’la bu modern kavramları harmanlama yoluna gider.

Öte yandan seküler cenahta Ziya Gökalp gibi muhafazakar reformcuların dini açıkça hedef almayan bir milliyetçilik dili üretmeleri de Türk Müslümanlığının ona daha hızlı eklemlenmesine neden olur. Nitekim açıkça seküler ve ırkçı bir milliyetçiliği savunan Nihal Atsız çizgisi muhafazakar kitlelerde bir karşılık bulmazken Ziya Gökalp ve onun fikirlerinden hareketle ortaya çıkan oluşumlar büyük bir destekçi kitlesi bulmuşlardır. Bir yönüyle Gökalp milliyetçiliği Kemalizmin farklı bir ifadesidir. Çünkü özünde Kemalizmin tüm temel tezlerini taşır. Buna göre yeni Türkiye cumhuriyeti, ümmetten ve din üst kimliğinden ayrılıp millete ve Türklük üst kimliğine yönelmelidir. Kemalist inkılaplara bu çerçeveden baktığımızda dil, tarih ve bu doğrultuda Türkleştirme politikaları onun devrimlerinin özünü oluşturmaktadır. Fakat Türk ulusu yaratılırken onun laik olması hedeflenmiş, dindar olacaksa bile sünni/maturidi/hanefi olmasına önem gösterilmeye çalışılmıştır. Diyanet’te bu çizgideki bir İslam anlatısı üzerine kurulmuştur. Nitekim Diyanet, tarihinde ilk kez seksen altı yıl sonra Şafii İlmihali basmıştır. Osmanlıdan sonra sistem Türklük üst kimliği üzerinden kurgulanmıştır. Eğitim, siyaset, din ve diğer her şey Türk üst kimliği merkeze alınarak dizayn edilmiştir. Ülkede yaşayan herkes vatandaşlık bağı üzerinden Türk sayılmıştır. Ülkede hep tek bir etnik kavim, tek bir dil ve hep tek bir ulusal tarih yaşanmış gibi bir söylem ve politika üretilmiştir. Türklük tanımı tartışmaya açılmamıştır. Rejime muhalif olanlar bile sistem içerisinde yol yürüyebilmek adına hiçbir zaman bu denli köklü bir tartışma üzerinden muhalefet yürütmemişlerdir.

Türk Müslümanlığı böylelikle karşı olduğunu savunduğu Kemalizmin en temel projesi olan ümmetten ulus yaratma projesine katılmaktadır. Onu dini söylemlerle yeniden üretirken, Türklüğü İslam’la harmanlayarak üretilen ulus formunu güçlendirmektedir. Bunun sonucunda ne kadar karşı olduğunu söylese de Türk Müslümanlığı, Kemalizmle bir takım ortak noktalarda buluşmaktadır. Bu durum en başta devletin kutsanması, Türk kimliğine öteki kabul edilen etnik ve dini grupların dışlanmasında ortaya çıkmaktadır. Türk Müslümanlığı, Türkçülüğün ulus devlet, kimlik ve tarih söylemini İslamileştirirken, onun Kürtler, azınlıklar ve gayrimüslimleri dışlayan yönünü dini söylemlerle yeniden üretmektedir. Bu ortaklık aşağıda ana hatlarıyla çizeceğim üç çerçevede tutulmaktadır.

Türk Müslümanlığı ilkin üst kimlik olarak Türklük ile Müslümanlık arasındaki gerilimi yok etmeye çalışmaktadır. Çünkü Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişte yaşananlar aslında bu iki kavramdan hangisinin üst kimlik olarak galip geleceği ile ilgilidir. İslamiyet Müslümanlığı toplumsal üst kimlik olarak belirlerken etnik hiçbir kimliğin siyasal üst kimlik haline getirilmesini istememektedir. Türk Müslümanlığı, seküler milliyetçiliğin Müslüman üst kimliğine karşı ürettiği Türk üst kimliğini işe koşmasını görmezden gelirken bunun ima ettiği gerilimi ıskalamaktadır. Bunun sebebi ise konuyla ilgili analizlerinin yüzeysel bir takım söylemlerle sınırlı kalmasıdır. Örneğin önce Müslümanım sonra Türküm ya da “Müslüman olan bir gayri Türk, Müslüman olmayan bir Türk’e göre benim için daha kardeştir” gibi söylemlerle sorunu aştığını sanır. Ancak bu kez de kardeş ilan ettiği Müslüman halklara karşı Türk olarak kendisinin liderlik etmesinin tarihsel hakkı olduğunu savunur. Kendini ümmet tespihinin imamesi olarak görür. Tarihte İslam’a en büyük hizmetleri Türk yapmıştır ve İslamiyet Anadolu coğrafyasında düştüğü için tekrar burada ayağa kalkacaktır.

Kemalizm seküler yapısı nedeniyle dini hayattan sürüp Türklüğü üst kimlik olarak ilan ederken, Türk Müslümanlığı onun sürdüğü dini alanda da etnik kökenine dayalı üstünlükçü söylemini dinsel biçimde devam ettirir. Bunu yaparken seküler milliyetçiliğe en büyük katkısı ise en başta kendisini ve sonra Müslüman halkları “ulus” formunda düşünmesidir. İslam tarihinde bugünden bakıldığında ulus torbasına sokulan kavimler ve boylar arasında hiçbir homojenlik olmadığı gibi “İslam’a hizmet” gibi spesifik bir alanda da modern uluslara nispet edilecek bir bütünlük yoktur. Örneğin Dandanakan, Miryokefalon ve Malazgirt gibi savaşlarda Türkmen kavimlerle birlikte Kürt, Arap ve Fars Müslümanlarda savaşa katılırken, düşman askerleri içinde Peçenekler, Uzlar ve Kıpçaklar gibi bugün Türk ulus formu içine dahil edilen Türk kabileleri de vardı. Varna ve Mohaç savaşlarında da durum benzerdi.

Seküler Türk Milliyetçiliği açıktan laiklik vurgusu yapsa da kurduğu Diyanet teşkilatı üzerinden hanefi sünnilikle örtük bir ittifak içine girer. Bunda tanımladığı Türk’ün Müslüman olması en önemli etkendir. Alevilik gibi aykırı görülen gruplar folklorik olarak ele alınırken müslümanlık hanefi sünnilikle özdeşleştirildi. İslam’ın ulusal birliğe hizmet eden yorumunun sünnilik olduğu pratikte kabul edildi. Milli kimlik sünni Türk kimliğine eşit görüldü. Öyleki 70’lerdeki sağ sol çatışmasında Aleviler solcu, Sünniler milli olarak kodlandı. Gerek tek parti döneminde gerek sonrasında verilen tüm hutbeler hanefi-sünni yorum doğrultusunda oldu. Sonuç itibariyle Sekülerde olsa Kemalist, laik Türkçülük Müslümanlığı Türk olmanın bir şartı olarak kabul etti. Şüphesiz bunda dünya üzerinde Türk ulusu içerisine dahil edilecek kavimlerin ezici çoğunluğunun Müslüman olması pragmatik açıktan oldukça etkili olmuştu. Seküler Türkçülük bu realiteyi görmezden gelmemişti. Türk Müslümanlığı bu kimliksel kurguyu daha da ileri götürerek Türk demenin Müslüman demek olduğunu savundu. Ziya Gökalp, Osman Turan, Necip Fazıl Kısakürek, Alparslan Türkeş, Cemil Meriç, Nurettin Topçu ve günümüzden Yusuf Kaplan gibi isimler bu söylemi sürdürdüler.

Türk Müslümanlığı seküler milliyetçilik yahut Kemalizmle ikinci kesişimini ve onu yeniden üretimini tarih kurgusu üzerinden gerçekleştirmektedir. Modern millet kurgusuna göre Türkler kavim ve boyları aşan bir birliktelik olarak ulus biçiminde düşünülürken tarihte de bu ulusal homojenlik geriye doğru götürülür. Türk Müslümanlığı tarihi Türk İslam tarihi, Müslüman Türk bilim adamları, bin yıllık tarihimiz gibi söylemlerle okur. Seküler milliyetçilik İslam öncesi dönemden başlatarak İslamla birlikte bir tarihi çizgi çizerken İslam öncesini ideolojik kaygılarla daha çok öne çıkarır. Türk Müslümanlığı ise buna tepki olarak Türklüğün tarihini bin yıldan itibaren başlatır. Bunu yapmakla dine aykırı olmayan bir şekilde milliyetçilik yaptığını düşünür. Ancak İslam devleti olarak andığı Selçuklu, Osmanlı, Gazneli gibi devletleri ve birçok beylikleri Türk ulus formunda düşünür. Bu dönemlerde homojen bir Türk ulus varlığının var olduğunu sanır. Müslüman üst kimliğinin hakim olduğu yüzyılları günümüzün Türk üst kimliği kurgusuna uygun biçimde yeniden yorumlar.

Türk Müslümanlığının seküler Türkçülükle üçüncü kesişim noktası olanca seküler karakterine rağmen modern ulus devleti dini bir kutsallıkla ele almasıdır. Daha önemlisi Türk merkezli bir devlet vurgusu yapar. Modern ulus devletler, klasik devletlerden farklı olarak bireyin hayatına müdahale eden, onu yönlendiren ve onunla alakalı eğitim, sağlık, güvenlik, hukuk, nüfus planlaması, ekonomi vs her türlü kararı veren bir yetkiye kavuşmuştur. Modern dünyada, dinde tanrının üstlendiği rolü artık devlet üstlenmektedir. Modern devletin, bireyin hayatı üzerindeki bu tasarruf ve otoritesine Türk Müslümanlığının bir itirazı yahut sorgulaması yoktur. Üstelik insanı devlete hizmetçi kılan, devleti kendisine sığınılacak baba figürü olarak gören, hikmetinden sual olmayan, beka sahibi ve her türlü manevi kir ve suçtan münezzeh bir biçimde ele alır. Oysa ne İslam dininde ne klasik dünyada devlete vergi toplamak ve güvenlik dışında hiçbir rol biçilmemiştir. Türk Müslümanlığı buna rağmen dini itaat söylemleriyle devlete itaati tanrıya itaatle özdeşleştirir. Sünni anlayışın ulul emr ve ona itaatin farz oluşu şeklindeki görüşü burada işe koşulur. Necip Fazıl’ın Başyücelik devleti, Topçu’nun ahlak nizamı ve Erbakan’ın devlet ebed müddet gibi söylemleri devleti yücelten, onu bireyin önüne geçiren bir işlev görür. Kamusal özgürlükler, temel insan hakları ve bunların devletin yetki alanıyla ilişkisi gibi konulara neredeyse hiç kafa yorulmaz. Devlet, zihinlerde güçle özdeşleştirilir. Güç ise ideolojik hakimiyet için ele geçirilmelidir.

Buraya kadar Türk Müslümanlığının tanımını yaptık. Sonrasında Türk müslümanlığının ona karşı olduğunu savunsa da, Kemalizmle kesişim noktalarının ana hatlarını ele almaya çalıştık. Son olarak bu kesişimlerin daha gözlenebilir olduğu alanlara değinerek bitirelim.

Türk Müslümanlığı laiklik ve batı karşıtlığı üzerinden Kemalizm’e karşı yoğun bir tepkisel söylem içerisinde olduğu için onunla sahip olduğu ortaklıklar ilk bakışta göze çarpmamaktadır. Bu açıdan turnusol kağıdı işlevi görecek konular Kemalizmin de yumuşak karnı olan Kürtler, Aleviler ve gayri müslimler meselesidir. Özellikle devletin güvenliği ve temel hak ve özgürlükler söz konusu olduğunda Türk Mülümanlığının dışlayıcı tavrı iyice belirginleşmektedir. Kürtler, Aleviler ve gayri Müslimler ulus devlet inşası sürecinde tanımlanan Türk’ün dışında kalan aykırı ve öteki görülen gruplardır. Devlet bu gruplara asimilasyon, sürgün ve ötekileştirme politikaları uygularken bununla Kemalist seküler milliyetçiliğin ümmetten ulus yaratma şeklindeki toplum mühendisliğini uygulamayı amaçlamıştır. Türk Müslümanlığı gerek entelektüel gerek siyasi düzlemde bu konularda bilerek ya da bilmeyerek seküler milliyetçilikle işbirliği içine girmiştir. Bu yazı serimizde Türk Müslümanlığının sembol isimlerinin bahsi geçen konularda dinsiz ilan ettiği Kemalizm ve onun seküler milliyetçiliği ile nasıl ibr ortaklık içinde olduğunun izlerini sürmeye çalışacağım.

0 Paylaşımlar
0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
0
Would love your thoughts, please comment.x