İrancılık nedir? İrancılık itikadi değil ama siyasi olarak İran’ı uluslararası ilişkilerde islam devleti olması! sebebiyle merkeze alan, her meseleye İran ve çıkarları üzerinden yaklaşan bakış açısıdır. İran dış politikada kendini görünürde Amerika ve İsrail düşmanlığı üzerinden konumlandırıyor. Çevre ülkeler ile ilişkilerinde İsrail’in belirleyici olduğunu iddia ediyor. Bu açıdan en büyük projesini adına direniş ekseni dediği kimilerinin ise şii hilali dediği politika oluşturuyordu. Buna göre Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen İran’ın nüfuzu altına girmişti. İran tüm bu ülkelerde devrimini kendisiyle ihraç ettiği silahlı örgütler kurmuş ve bunlarla aynı zamanda Filistin direnişine destek olmak istediğini belirtiyordu.
2011’de Tunus’ta başlayan Arap Baharı devrimleri Batı’yı hazırlıksız yakalamış. Devrimlerle İhvancı ve selefi hareketler yeni yönetimlerde etkin olmuşlardı. Bu ise İsrail’in güvenliğini tehlikeye atıyordu. Ayrıca olası ekonomik riskler barındırıyordu batı açısından. Obama’nın iktidar olduğu bu dönemde devrimler nihayetinde Suriye’ye sıçramıştı. Suriye halkı Esat’tan reform talep eden gösteriler yapmaya başlamıştı. Tunus’ta İhvancı Nahda hareketi yeni yönetimde etkili bir güce ulaşmıştı. Yemen diktatörü Ali Abdullah Salih’ten sonra iki yıl için geçici bir devrim konseyi ve yönetimi oluşturulmuş ve bakanlıkların çoğunu yine Yemen İhvan hareketinden isimler almıştı. Mısır’da İsrail’in korkulu rüyası Muhammed Mursi yine İhvan hareketinin adayı olarak iktidara gelmişti. Libya’da yine başını Abdulhakim Belhac’ın çektiği selefi çizgi ile İhvancılar iktidara gelmişlerdi. Suriye’de de İhvan tasfiye olsa da devrim sonrası İslamcı ağırlıklı bir yönetimin geleceği belliydi.
Devrim yapılan ülkelerin hepsinin istisnasız ortak özellikleri; Laik olmaları, diktatörlükle yönetilmeleri, göstermelik bir demokrasiye sahip olmaları, ekonominin bir grup iktidar elitinin kontrolünde olması, halkın açlık ve fakirlik içinde yaşaması, fikir ve ifade özgürlüğünün -en başta islamcı hareketler aleyhinde- var olmaması, sivil eylem ve gösterilerin yasak olması, istihbarat örgütlerinin kendi halkına karşı güçlü bir fişleme ve zulüm ağı kurmuş olması, hapishanelerde işkence ve tecavüz yöntemlerinin özellikle siyasi muhaliflere uygulanması, hukuksuzluk, keyfi yönetim….
Devrim sonrası yeni yönetimler; ilk kez gerçek demokratik seçimlerle başa gelmişler, laiklik karşıtı ve önceki rejimlerden kat be kat özgürlükleri temin eden bir yapıdaydılar. İsrail’den hazzetmeyen, kendi ülkelerinin ne batı ne doğu blokunun uydusu olmasını istemeyen, ekonomik bağımsızlığı savunan, serbest piyasacı yönetimlerdi.
Batı, bir yıl gibi kısa bir süre içinde devrim yapılan ülkelerde devrim karşıtı grupları örgütledi, bunlara para ve destek aktardı. Tunus ve Mısır’da karşı gösteriler tertip edildi. Mısır’da gösteriler bahane ederek İsrail işbirlikçisi diktatör Sisi askeri darbe yaptı ve Muhammed Mursi’yi hapislerde katletti. Tunus’ta Raşid Gannuşi’nin karşı devrim girişimlerine geliştirdiği stratejiler en azından askeri darbeyi engelledi. Kays Said adlı cumhurbaşkanı ayak oyunları ile demokrasi ve anayasayı askıya alan adımlar attı ve Gannuşi’yi hapse attırdı. Libya’da diktatör Kaddafi devrilince Kaddafi’nin oğlu, eski rejim artıkları ve Amerika’da uzun yıllar yaşamış ve bir ABD vatandaşı da olan Halife Hafter isimli bir asker batının desteğiyle Libyaya gelip iç savaşı uzattı. Türkiye’nin devrimcilere desteğinin de etkisiyle Libya’nın çoğunluğunda neyse ki hala devrimciler hakimler.
Gelgelelim Arap Baharlarında İran’ın yaptıklarına. İran, Yemen’deki yeni yönetime karşı yıllarca yatırım yapıp zeydilikten on iki imam şiiliğine ve İran vesayetine geçirdiği Husi aşiretler eliyle geçici devrim yönetimine ayaklanma başlatıp ülkenin çoğunu ele geçirdi. Bunu yaptığı dönem, Arap baharlarının bütün ülkelerde Batı destekli karşı hareketlerle ve darbelerle boğulmaya çalışıldığı dönemdi. Yani bir tarafta batı yeni İslamcı yönetimleri İsrail’e tehdit görüyor ve Tunus’ta Mısır’da Libya’da bunları alaşağı ediyorken öte yandan Yemen’de İran destekli Husiler ve Suriye’de yine İran güçleri ve taşıdğı şii cihatçılar eliyle devimler sekteye uğratıldı. Batı, böylesi bir ortamda İran’ın yayılmasına izin verdi. Husilerin Yemen’de ilk bastığı kurumlardan birisi Yemen İhvan-ı Müslimin lideri Abdulmecit Zindani’nin İman üniversitesi idi. Suriye’de devrimciler Esat sarayına metrelerce yaklaşmışken İran ve uzantısı Lübnan Hizbullahı Suriye’ye girerek Esad’ın devrilmesini engellediler.
O dönem olayları yakından takip eden çoğu kişinin aklında şu soru vardı: Batı bu kadar Arap baharları sonrası başa gelen iktidarları devirmek istiyorken İran’ın da bu iktidarları devirmesi ve batıyla paralel hareket etmesi nedendi? Eğer mesele İsrail’e karşı direniş ise bugün Gazze’de savaşan Hamas’ın en büyük silah kaynağı Mursi iktidarı döneminde gerek Mısırlıların gerek Libyalı devrimcilerin Mısır üzerinden Gazze’ye ulaştırdıkları silahlardı. Hamas en büyük silah yığınağını -ki Hamaslı kaynaklar dört yıllık bir savaşa yetecek kadar silahları olduğunu belirtiyorlar- Arap baharları sonrası başa gelen yönetimler sayesinde yapmıştı. Gerek yeni Mursi yönetimi, gerek yeni Libya yönetimi, gerek Tunus’ta İslamcıların ve Liberallerin ortak kurdukları hükümet hep İsrail karşıtı idi. İran böylesi bir devrim sürecini neden baltalıyordu? İran’ın direniş ekseni söylemini temellendirirken en büyük bahanesi Filistindi. Gelgelelim Arap baharlarıyla başa gelen yönetimlerin Filistin düşmanı olduğunun kanıtı neydi? Eğer öyleyse Hamas neden yeni devrimci yönetimleri destekliyor ve bunlarla iyi ilişkiler kurmuştu?
Dünyaya sadece İran haber kaynakları üzerinden bakan İrancılar, Arap baharının büyük ortadoğu projesinin bir parçası olduğunu söylüyorlardı. Devrimlerin arkasında tamamen Amerika’nın olduğunu savunuyorlardı. Onlara göre Amerikancı Sisi’nin darbe yapıp öldürdüğü Muhammed Mursi, Kays Saidîn darbe yapıp içeri attığı Tunus Meclis başkanı Raşid Gannuşi ve diğerleri hep amerikancı bir devrim süreci sonunda iktidara gelmişlerdi. Peki öyleyse Amerika iktidara getirdiği bu kesimlere karşı neden bir daha karşı darbe düzenlemişti? Yada Mursi Amerikancı ise Sisi neciydi? Gannuşi Amerikancı ise darbeci yönetim neciydi? Libyalı devrimciler Amerikancı ise onları devirmek için Amerika’dan kalkıp gelen batının desteklediği Halife Hafter neciydi? Bu soruları sorduğumuzda İrancı çevrelerden çelişkili ve muğlak cevaplar alıyorduk. Kanıt olarak önümüze Amerikadaki onlarca think tank kuruluşlarının hazırladığı binlerce çeşit raporlardan tezlerine en uyanlarını önümüze koyuyorlardı. Malum bu gibi kuruluşlar ülkelerin iç ve dış politikalarına dair alanında uzman kişilere raporlar hazırlatır, olası her senaryo ve ihtimale dair raporlar sunarlardı. Bu raporların kimisinde Arap ülkelerindeki diktatörlüklerin soğuk savaş sonrası dünyanın gelişen iletişim teknolojisi ve özgürlük imkanları sebebiyle uzun süre ayakta kalamayacağını, Arap halklarının da özgürlük ve demokrasi taleplerinin olabileceğini belirtiyorlar ve buna karşı Amerikan hükümetinin kendi çıkarları için neler yapabileceğine dair çözümler öneriyorlardı. Dönemin Amerikan hükümetleri de artık bu raporlardan hangisini alıp o doğrultuda hareket edeceklerini kendileri seçiyorlardı.
Hakikaten de devrimci ayaklanmalarda sosyal medya örgütlenmelerinin rolü büyük olmuştu. Batı bu ayaklanmaları bekliyordu ama bu kadar erken olacağını beklemiyorlardı. O sebeple hazırlıksız yakalanmışlar ama bir iki yıl içinde devrimleri tersine döndürecek adımları atmışlardı. Onlar gibi İran’da devrimleri sekteye uğratacak politikalar izliyordu ne hikmetse. Batı devrimler başladığında devrimleri yönlendirmek istiyordu. Çünkü gelecek iktidarın en azından kendi menfaatleriyle örtüşen birileri olmasını istiyorlardı. Örneğin Mısır devrimi sırasında nobel ödüllü Muhammed el-Baradey batılı medyanın da büyük propaganda ve desteğiyle Mısır’a dönmüştü. Büyük bir kalabalık onu karşılamıştı. Onu olası yeni Cumhurbaşkanı adayı olarak parlatmaya çalışmışlardı ancak tutmamıştı. Yine batının kendi menfaatleri icabı devrimci gruplarla görüşmesi bunlar içinden birilerini kendi çıkarları doğrultusunda ayartması zaten kaçınılmaz bir durumdu. İşte İrancılar devrimler sürecinde batıdan gelen bu gibi atakları ve bazı kuruluşların raporlarını gerekçe göstererek Arap Baharını amerikancılıkla suçluyorlardı. Oysaki devrimlere öncülük eden, devrimden sonra başa gelen ve devrim süreçlerine katılmasalar belki o devrimlerin yaşanmayacağı İslamcı hareketlere yıllarca eziyet eden diktatör yönetimler batı işbirlikçisiydiler.
İrancılar, tıpkı bu günlerde devrilen Suriye diktatörü beşşar hakkında, aslında o kadar da diktatör değildi, şeklinde yaptıkları propagandaları o dönem devrik diktatörler hakkında da yapıyorlardı. Örneğin Türkiye’de perinçekçilerin, Kemalistlerin ve İrancıların dolaşıma soktuğu bir propagandaya göre Kaddafi halkına bedava ev,elektrik, su, doğal gaz vs veriyordu. Çizdikleri tabloya göre oldukça müreffeh ve özgür bir Libya varken batı devrimlerle güya batı karşıtı olan Kaddafiyi devirerek Libyayı karıştırmıştı. Halbuki bu bahsedilen imkanlar Libya’da Kaddafi yanlısı aşiretlere ve şehirlere sunulan imkanlardı. Bingazi gibi muhalif şehirler ve aşiretlere böyle imkanlar sunulmuyordu. Devrim yapılan bölgeler hakkında toplumdaki cehaletten istifade birçok uyduruk propaganda devreye sokularak güya Amerika destekli Arap baharları karalanıyordu. İran’ın aslında tek derdi kendi içinde bulunduğu Avrasyacı blok lehine ve kendi uzantısı örgütlerin hakim olduğu yönetimlerin olmasıydı. Mesele İslamiyet ise devrimleri sırtlayan çoğunlukla bu ülkelerdeki Müslüman Kardeşler hareketiydi. Fakat bu hareketler düşünce dünyası olarak İran’dan kopuk ve İran’ın etkisine kapalı idiler. Mesela şeriatçı bir İran yerine laik ama Erdoğan’ın iktidarda olduğu bir ülkeyi daha çok tercih ederlerdi. Bu gibi sebeplerle İran devrimlerden hazzetmiyordu. (İran ve İhvan çekişmesi bilinen bir meseledir) Kısaca İran tamamen kendi çıkarları doğrultusunda hareket ediyor ama bunu ümmet, vahdet ve kudüs davası gibi propagandalarla gözden uzak tutuyordu.
İran, Suriye’de de sırf zalim Esat devrilmesin diye Irak’tan Haşdi Şabi, Lübnan’dan Hizbullah, Pakistan, Afganistan ve Azerbaycandan çok çeşitli İran uzantısı grupları ve savaşçıları Suriye’ye taşıdı. Bu gruplar en az Esat ve Işid kadar barbardılar. Halkı katlediyorlar. Kuşattığı şehirleri havadan bombalayan esatla birlikte halkı açlığa mahkum bırakıyorlardı. Milyonlarca Suriyeli bunların hakim oldukları bölgeden kadın ve çocuk demeden kaçmışlardı. Şimdi devrim sonrasında ise savaşlarda yakıp yıkılan şehirlere bir çivi çakmadığının görülmesi bile İran’ın ne kadar yapmaktan çok yıkan bir politikaya sahip olduğunun göstergesiydi. Türkiye’nin elindeki İdlip ile İran’ın elindeki şehirleri kıyaslamak bunu anlamak için yeterli. Halkını Sednaya gibi hapishanelerde çürüten, işkence ve tecavüzü sistematik hale getiren, toplu mezarlara insanları gömen, Suriye devletini uyuşturucu mafyasına dönüştüren Esad’ın bunca zulmüne rağmen İran Esad’ın devrilmesini engellemişti. Bundaki gerekçesi Esad’ın güya Filistin yanlısı ve batı karşıtı olmasıydı.
Esad ailesinin Filistin yanlısı olması şüphe götürür bir durumdu. Hafız Esad, Golan tepelerini Suriye’nin savunma bakanı iken İsrail’e peşkeş çekmişti. Ardından iktidarı ele geçirdikten sonraki uzun yıllar boyunca da Golan’ın İsrail’de kalmasına göz yummuş ve zamanla İsrail binbir dalavere ile Golan’ı ilhak etmişti. Ürdün yönetimi Filistinli mültecileri katlederken Hafız Esat onlara yardım ulaşmasını engellemişti. Tel al Zaatar ve Sabra Şatilla katliamlarını destekleyen politikalar ortaya koymuştu. Nihayet 2013’te yaşanan iç savaşta Beşşar Esat ve İran güçleri Filistinlilerin yaşadığı Yermük mülteci kampında 3000 Filistinliyi katletmişti. Sednaya hapishanesinde Halid Meşal’in yakın arkadaşı dahil 94 Hamaslının işkencelerle katledildiği ortaya çıkmıştı. Bir yandan Arap milliyetçiliğinin temsilcisi gibi durmaya çalışan Hafız Esad Arapları karşısına almamak için tüm kukla Arap liderler gibi görünürde İsrail karşıtı idi. Beşşar Esat’ta Suriye’den kaçmadan ülkedeki bütün önemli silah depolarının koordinatlarını İsrail’e vermiş, bu sayede İsrail devrimci yönetimin zayıf kalması ve eline büyük silahlar geçmemesi için bu depoları yok etmişti. Aynı zamanda Suriye donanmasını ve hava filosunu ortadan kaldırıp bunların devrimcilerin eline geçmemesini sağlamıştı. Beşşar’ın İran veya Filistin destekçiliği tamamen yüzeysel ve reelpolitik kaygılarla alakalı idi. Kısaca İran’la güçlü ilişkileri var ve İran Suriye’de -kendi çıkaları açısından kendince haklı ve reelpolitik kaygılarla- kendisine karşıt bir yönetim oluşur endişesiyle Esat katilini ayakta tutmak için elinden gelen her şeyi yapmıştı. Ama sorun, İran’ın dürüstçe çıkarlarımız gereği bunu yapıyoruz diyeceğine Filistin davası uğruna yaptığını söylemesiydi. Çünkü öbür türlü Esad gibi laik, baasçı ve diktatör bir rejimi İslam cumhuriyeti olarak neden desteklediğinin izahını kendi destekçilerine karşı yapamazdı. Bana ilginç gelen noktalardan birisi de İrancı tezleri savunan birisi Esad’ın Filistin yanlısı olduğuna inanırken Erdoğan’ın veya Katar emiri Şeyh Temim’in -haklı veya haksız gerekçelerle farketmez- “satılık, siyonizm işbirlikçisi” olduğunu savunabiliyor. Eğer mesele bir dönem Hamas ofisinin Şam’da olmasıysa bu ofis şuan Katar’da ve kapatılma baskısına rağmen hala ayakta. Esad Şam’da halkını katletmeye başlayınca tepki olarak Hamas, ofisini Katar’a taşımıştı. Yine İstanbul Hamas’ın faaliyet merkezlerinden birisidir günümüzde. Gazze’deki savaş sürecinde de oradaki zulmü dünyaya en çok duyuran Katar’ın el-Ceziresi oldu. Türkiye’nin Anadolu Ajansı ve TRT Arapça’sı da iyi işler çıkardı. Ama İran propagandası Katar’a nefret kusar. Erdoğan’a kin duyar. Oysaki Esat Filistin için ne kadar samimiyse en az o kadar Katar ve Türkiye’de neden samimi olmasın? Bu ülkelerin İsrail’e verdikleri tavizler onları siyonizm işbirlikçisi yapıyorsa; kendi toprağı Golan’ı İsrail’e peşkeş çeken, yıllardır Suriye’yi bombalamasına rağmen İsrail’e tek bir füze bile atmayan bir Esat neden Siyonizm işbirlikçisi olmasın?
İşin ironik tarafı üstte belirttiğim gibi İran 13 yıl boyunca Suriye iç savaşını körükleyerek bunu devrimcilerin İsrail ve batı destekli olduğu iddiasıyla yapıyordu. Ama gelgelelim Esat devrildiğinde İsrail Suriye’deki bütün ağır silahları yok etmişti. Peki neden bugüne kadar bunlara dokunmamıştı?Görünen o ki İsrail, elindeki askeri donanma, hava kuvvetleri ve ağır kimyasal silahlara rağmen Esad’ı kendisine bir tehdit olarak görmemesine rağmen devrimci yönetimi kendine tehdit görüyordu. Yine yukarıda batının devrim süreçlerine müdahil olmaya çalışarak olası yeni yönetimleri kendi doğrultusunda yönlendirmek istediğini belirtmiştim. Batı için ehven olan İsrail açısından ne yapacağı belli olmayan yönetimler geleceğine zaten tanıdığı bildiği-düşman görünümlü bile olsa- mevcut diktatörlerin ayakta kalması A seçeneğiydi. B seçeneği bu devrimlerin karşı devimlerle boğulmasıydı. C seçeneği ise devrimler engellenemiyorsa bile yeni yönetimlerin bir şekilde etkilenmesi amaçlanıyordu. Suriye’de de İsrail ve Batı Esad’ın gitmesini değil İrandan uzaklaşmış bir Esad’ın radikal İslamcı devrimciler yerine iktidarda olmasını istiyordu. Bu sebeple Esad’ı ikna etmeye çalışmışlar ve nitekim Esad son iki yıldır Birleşik Arap Emirlikleri’ne (yani Amerika ve batıya) yanaşmış ve İran’dan uzaklaşmaya başlamıştı. Batı için Esad iktidarda tutulamıyorsa devrimi ve devrimcileri yönlendirmek bir diğer tedbir adımıydı. Bu tedbirler kapsamında Amerika’nın desteklediği bazı küçük muhalif örgütler vardı. İrancılar bunları örnek vererek Suriye devrimcilerinin tamamını karalıyordu. Halbuki muhalif grupların ezici çoğunluğu şucu bucu değildi. Tek amaçları ilkin Esat zaliminden kurtulmaktı. Bu sebeple daha devrim sürecinde Amerikancılık yapan grupları tasfiye etmeye de çalışıyorladı. Örneğin bir dönem Amerikanın destek verdiği Cemal Maruf ve güçleri muhalifler tarafından tasfiye ediliyordu. Yine güneyde Tadif’de Amerika’nın eğittiği ve desteklediği bir Öso’cu grup vardı. Ayrıca İsraille iyi ilişkileri olan Dürzilerin yaşadığı şehirlerden gelen devrimci gruplar vardı. Bunların bazısının bir dönem sınırdaki İsrail hastanelerinde tedavi gördüklerine dair fotoğrafları paylaşıp bütün bir Suriye devrimini İsrailcilikle suçlamışlardı. Gel gör ki İsrail bugün devrimcilerin eline geçmesin diye silahları bombalamıştı. Çünkü şayet İran’ın iddia ettiği gibi böyle güçlü bir bağlantısı devrimcilerle olsaydı, İsrail Suriye ordusunun tüm ağır silahlarının devrimcilerin eline geçmesine engel olmazdı. İsrail bu bombalamalarla emin olmadığı, güvenmediği devrimcilerin güç kazanana kadar onlara karşı kozlar edinmek için zaman kazanma çabasında olduğu anlaşılıyor. Dolayısıyla İsrail’in her ülke gibi çıkarları lehine devrimi yönlendirme çabası devrimin arkasında İsrail’in olduğu anlamına gelmiyordu.
İsrail günlerdir Lübnan’da Hizbullah’la ateşkes imzalamış bulunuyor. Fakat ateşkesi yüzlerce kez delip Lübnan’ı defalarca bombalayan İsrail’e Hizbullah güçleri haftalardır hiçbir yanıt vermediler. Çok ilginç bir akıl tutulması ile İrancılar, bunu görmüyorlar. Ama Esat sonrası İsrail’in Suriye ordusundan kalan bütün büyük silahları yok etmesini ve Golan’dan içeri girmesini gerekçe gösterip muhaliflerin neden İsrail’le savaşmadığını soruyorlar. Bunu sordukları muhalifler 13 yıllık bir iç savaştan çıkmışken Hizbullah yıllarca istikrarlı bir şekilde İran’ın desteğiyle kendini geliştirmişti.
Suriye devrimi başlar başlamaz ondan menfaat devşirip çıkarları -suriye halkı ile örtüşsün veya örtüşmesin- doğrultusunda devrimi batı ve İsrail’in yönlendirmeye çalıştığını belirtmiştim. Bu ne kadar meşruysa İran’ın da Suriye halkının taleplerinin önünde Esat lehine dikilip halkın devrim girişimini kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmesi de ancak o kadar meşrudur. Varsayalım Esat iktidarı İran’ın menfaatlerine uymayan bir iktidar olsaydı, İran en baştan canla başla halkın taleplerinin yanında olurdu ve kendisini de halkçı ve insan haklarından yana olarak pazarlardı. Bunlar gibi Türkiye de en uzun sınırı olan ülkedeki olaylara haliyle bigane kalmayıp devrimi hem halkın istekleri doğrultusunda ve onunla örtüştüğü için kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmeye çabalıyorsa bu neden İran’ın devrimlere müdahale çabasından daha az meşru olsun? İrancı tezlerin gerekçesi, Esad’ın İran’ı Suriye’ye davet ettiği şeklindedir. İran çıkarlarına uymasaydı Esad’ın davetine yanıt verir miydi? Mesele gelip ulusal çıkara dayanmasına rağmen İrancılık gayet nahif ve romantik biçimde İran’ın bölge politikalarını Kudüs davası propagandası üzerinden idealize etmektedirler. Bu gerçekçi değildir.
Son bir önemli noktaya değinmeliyim. Filistin meselesini merkeze alıp İran’ın direniş ekseni yoluyla Filistin’e destek verdiğini, Esad’ın da zalim bir diktatör olmasına rağmen İran’la hareket ettiğini bu sebeple Esat’ın devrilmesinin Filistin’e zarar verdiğini savunanlar var. Bunlara göre Esat zalim de olsa İsrail’den daha ehvendir. Bu tezdeki en önemli sorun, Suriye halkının bu denklemden çıkarılarak hükmün verilmesidir. Yani konu Suriye halkı ve Suriye yönetimi iken Suriye dışındaki bir güç olan İran’ın çıkarları ve Filistin davasının bütün yükünü Suriye halkına taşıtmak ve bunu Suriye halkına sormamak. Başka bir ifadeyle Suriye halkının 61 yıllık Baas diktatörlüğüne karşı demokrasi ve özgürlük taleplerinin çöpe atılarak, 22 milyon Suriyelinin Esat zaliminden kurtulması yerine ona Filistin davası uğruna boyun eğmesini istemek ne kadar vicdani bir taleptir? Bunu Filistinli mazlumlar bile istemeyeceklerdir. Bu tezlerin en önemli sorunu Filistin’de tecavüze uğrayan veya işkence gören Filistinlilerin Suriye hapishanelerinde tecavüz gören kadınlardan ve mahkumlardan; İsrail despotizmi ve cinayetlerine uğrayan Filistinlilerin, Esad tarafından öldürülen, kaybettirilen ve despotik bir yönetime maruz bırakılan Suriye halkından daha üstte tutulması sorunudur. Bu gibi insanlara sorduğum tek soru şudur: Suriye halkın kanı ve özgürlüğü Filistin halkının kanı ve özgürlüğünden daha mı değersizdir? Kendi halkını katleden bir diktatör sırf bizden diye, Filistinlileri katleden İsrail’den daha mı tolere edilmelidir? Bu gibi İrancıların en büyük sorunu zulüm bizdense ben bizden değilim diyememektir.
Bu noktada bir ehveni şer okuması yaparsak, hatta devrimci yönetimin İsrail’le sorunu olmayan bir yönetim olduğunu varsayarak bunu yapalım; Kendi halkının binlercesini hem babası döneminde hem kendi döneminde katleden, binlercesini toplu mezarlara gömen, on binlercesini hapislerde faili meçhul yapan, işkence ve tecavüz eden ama Filistin’e veya İran’a destek veren bir Esat yönetimimi; yoksa kendi halkına zulmetmeyen, temel insani haklarını güvence altına alan ama İsrail’le de bir çatışmaya girmeyen devrimci bir yönetim mi Suriye halkı icin daha ehvendir? Kaldı ki devrimden bu yana İsrailli bakanlar devrimci yönetimi terörist ve İslamcı olarak yaftaladılar. Devrimci liderlerin Filistin hakkındaki duruşları da ortadadır. Bugün artık iyice ortaya çıktı ki Esat rejimi en azından İsrail’in tanıdığı bir düşman!, yıllardır Suriye’nin istediği yerini bombalamasına rağmen bir tek tepki ortaya koymayan uysal bir koyundu. Fakat İsrail devrimcilerin ne yapacağını bilemiyor, onlara güvenmiyor. Muhtemelen şuan ki devrimci yönetime karşı bir karşı darbe girişiminde de bulunacaktır tıpkı diğer ülkelerdeki gibi. Bu tablo gösteriyor ki İran’ın 13 yıldır Suriyeli devrimciler hakkında ortaya koyduğu temel tezler çökmüştür. İran milyarlarca dolar harcamış, Suriye halkını katletmiş ve tüm ümmetin nefretini de üzerine çekmiş durumdadır. İrancılık artık lanetlenen ve marjinal kalmış bir tavırdır. İran Arap baharları sürecinde devrimlere kendi çıkarları doğrultusunda müdahale etmiş ve bunda en öncelikle Filistin’i değil kendini önemsemiştir. İrancılık ise ısrarla İran’ın bu rasyonel dış politikasını görmeyip İran’ın her hamlesini Filistin davasına bağlama saflığına düşmektedirler.
Hamas hareketi de İran’ın bu tavrını bilmesine rağmen ümmetin kendisini yalnız bırakması sebebiyle mecburen İran’a yanaşmış ve İran’ın kendisi üzerinden Kudüs davasını kullanmasına göz yummuştur. Hamas buna rağmen İran’ın tam tersi Suriye devrimini de Arap baharlarını da desteklemiş ve en büyük desteği de bu devrimler sonrası iktiadara gelen yönetimlerden görmüştür. Başka bir ifadeyle Hamas kendi çıkarları gereği mecburen İranla çalışırken, Arap baharı meselesinde İran’la ayrı düşünmeye devam etmektedir. Hamas, İran’ın yaptığı zulümleri bilmesine rağmen eli kolu bağlı olduğu için İran’ın desteğini kaybetmemek adına sessiz kalmak mecburiyetindedir. İran’a her eleştirimizde Hamaslı liderlerin İran hakkındaki olumlu açıklamalarını önümüze koyan İrancı anlatı; Hamas yetkililerinin Arap baharı ve Suriye devrimini tıpkı İran gibi Amerika, İsrail veya Büyük Ortadoğu Projesi ile ilişkilendiren hiçbir açıklamasını bulamaz. Hamas’ın bazı yetkililerinin İran’ı övmesi onların İran’ı Arap baharları dahil her türlü politikasında da desteklediği anlamına gelmemektedir. İşte Hamas ile İrancılar arasındaki en temel fark burada yatmaktadır. İrancılar, İran’ın her türlü politikasını eleştirel bakmadan desteklerken Hamas İran’ın sadece kendileri ile ilgili politikaları üzerinden onları onaylamakta ve ittifak etmektedir. Fakat Hamaslı hiçbir yetkilinin Arap baharını Amerika’nın oyunu olarak gördüğünü ya da Arap baharındaki devrimci hareketlere karşı olan herhangi bir açıklama yaptıklarını göremezsiniz.
Yine de İran’ın uğruna bu kadar tantana ve propaganda yaptığı, Suriye halkını katlettiği, Arap baharını baltaladığı meşhur direniş ekseninin 7 Ekim’den sonra başlayan Gazze savaşında ciddi bir belirleyici etkiye sahip olamadığını gördük. İran, Hizbullah ve Husiler sahiden füzeler attılar. Ancak direniş ekseninin bel kemiği olan Hizbullah İsrail kara harekatı başlatana kadar uzaktan füzeler atmakla yetinip kendisi karadan İsrail’le sınırı olmasına rağmen hiçbir müdahalede bulunmadı. Fakat İrancı propaganda Suriyeli muhaliflerin şuan İsraille sınırı olması ve muhaliflerin İsrail’e saldırmaması üzerinden Suriye devrimini İsrailcilik ve Bop’çulukla itham etmektedirler. İsrail kara harekatı başlatana kadar Hizbullah hiç olmazsa füzelerle uzaktan bir destek sundu Gazze’ye. Fakat İsrail kara harekatı başlatır başlatmaz bir kaç hafta içerisinde İsrail’e karşı feci bir yenilgiye uğradı. Tüm liderleri öldürüldü ve ateşkese mecbur kaldı. Gazze savaşı sırasında füze atmaktan öteye hiçbir adım atamayan direniş ekseni, Suriye halkının devrimine karşı Irak’tan ve Lübnan’dan kara yoluyla Şii örgütleri taşımıştı. Oysaki Suriye halkına karşı gösterdiği kararlılığı ve düşmanlığı İsrail’e de gösterip Şii milisleri açık olan karayolu üzerinden İsrail sınırına da yığabilirdi. Suriyeli muhalifler, İran’ın ve Hizbullah’ın, Gazze savaşına destek için İsrail’le olan mücadelemizi baltalıyorsunuz ithamına uğramamak adına Saldırganlığın Caydırılması operasyonunu ertelemişlerdi. Ta ki 7 Ekim2023’ten bir yıldan fazla zaman geçmiş ve muhalifler nihayet 27 Kasım’da Saldırganlığın Caydırılması operasyonunu başlatıp Halep’e doğru yola çıkmışlardı. Bu operasyondan bir buçuk ay sonra ise Hamas hiç kimsenin doğru düzgün bir desteği olmadan, direniş ekseninin Hizbullah aleyhine kabul ettiği ateşkese rağmen, tamamen kendi imkanları ile 19 ocak 2025’te devreye girecek olan ateşkes anlaşmasını İsrail’e kabul ettirmeyi başarmıştı. Bu bize gösterdi ki İran ve direniş ekseni yıllardır güya uğruna hazırlandıkları savaş kapılarına dayandığında İsrail’le karadan bir savaşa girmekten kaçınmış ve yenilgiye uğramıştı. Suriye devrimini 13 yıllık bir iç savaşa mahkum etmenin ve Arap baharlarını baltalama ihanetinin İran’a hiçbir şey kazandırmadığı gibi tüm Müslüman dünyada İran’ın nefret objesi haline gelmesine neden olmuştu. Burada şu soru sorulabilir: İran değil de Türkiye ve Arap ülkelerinden neden İsrail’e saldırmasını beklemediniz? Cevabı belli değil mi? Çünkü bu ülkelerin hiçbirisi “Filistin davası” iddiasıyla Suriye halkına savaş açıp Arap baharlarını baltalamadı. İran yıllarca işlediği her cürümün Filistin davası uğruna yapıldığını iddia etti. Bütün Ortadoğu politikasını Filistin propagandası üzerine kurdu. Taraftarlarını Filistin ve Kudüs’ün özgürlüğü motivasyonu ile devşirdi ve idare etti. Fakat sonunda ise hiçbir şey elde edemedi.
Yazı burda bitti.
Aşağıya bazı ip uçları bırakayım:
Hamas Lideri Heniye ve Meşal Özgür Suriye bayrağını sallarken.
https://x.com/i/status/1864960945677537460
https://x.com/Refugee11move/status/1864960945677537460?mx=2
2016’da Halep’te Esat ve İran güçleri büyük katliamlar eşliğinde Halep’i ele geçirmişlerdi. Kassam Tugayları ve Gazze halkı ise Suriyeli devrimcileri desteklemek için yürüyüş yapmışlardı. Videosu:
https://x.com/suriyearshivi/status/1862087960205709754?t=V1_uGU8t96OZJS_BOy0Pwg&s=19
Sağ üstte İran’ın Suriye^ye taşıdığı Haşdi Şabi’nin ünlü komutanı Ebu Azrail’in bir insanı yakıp elindeki kılıçla kestiğini görüyorsunuz. Bu şahsın vahşetlerinin ve bu fotonun alındığı videoyu internetten bulabilirsiniz. Diğer fotolarda ise bu yamyam, Kasım Süleymani dahil İranlı yetkililerle poz veriyor ve taltif görüyor.
İranlı ünlü general Kasım Süleymani’nin şii mezhepçisi sözleri. Nitekim şii milisleri türbeleri korumak bahanesiyle suriyeye taşımışlardı. Bugün tekfirci terörist dediği devrimciler yönetimi ele geçirmesine rağmen şiilerin de kutsal gördükleri türbelere dokunmadılar.
https://x.com/hallederiztamam/status/1870852851229970464?t=bmupc4Ciy2reLEG2oFi1Qw&s=08
https://x.com/drhuri__ye/status/1870781795274211827?t=zi6NIfyx6biwISzmLzCZjg&s=08
Suriyede gösteriler ilk basladiginda halk natoya da Erdoğan’a da ihtiyacımız yok şeklinde sloganlar atıyordu. İrancı tezkere göre ise Suriye’yese herşey gülistanlık iken Erdoğan NATO batı her şeyi başlatmıştı:
https://x.com/AstroFaisal99/status/1879078514688995729?t=efDR8e6SG7GLVSpjCsZX6w&s=19
Anlayana bu kadar yeterli.