Bazı Müslümanlara göre Batı(Kıta Avrupası ve Kuzey Amerika) tüm kötülüklerin kaynağı. Bu sebeple Batı’dan gelen her şeye karşıyız. Karşı çıkış gerekçelerimiz sağlam: Batı işgalci, Batı sömürgeci, Batı Irak’ta, Afganistan’da ve daha nice yerlerde katliamların sorumlusu, Batı İslam dünyasının yer altı kaynaklarını sömürüyor… Batı’nın kabarık günah defterini uzun uzun sıralayabiliriz. Ancak Batı eleştirisi anlamsız ve aşırı bir düşmanlığa dönüşmüş durumda. Halbuki biz vasat bir ümmetiz. Dengeyi ve orta yolu seçmek en önemli ilkelerimizden olmalıdır.
Batı’dan gelen şeyler derken teknolojisinden bahsetmiyorum. Çünkü bundan uzak kalmak mümkün değil. Elektriği de İnterneti de batılılar icat etti nihayetinde. Kastettiğim daha çok fikri meseleler, felsefi düşünceler, bilimsel görüşler… Söz gelimi Akıl, Bilim veya Demokrasi gibi modern değerler ya da Feminizm, Liberalizm gibi düşünce akımları mesela.
Hikmet müminin yitik malıdır, Onu nerede görürse alır diyor İslam Peygamberi. Bilginin nereden geldiği önemli değil. Önemli olan o bilginin işimize yarayıp yaramayacağı veya temel İslami sabitelerimizle çelişmemesidir. “O kullar ki, sözün tamamını dinlerler ve en güzeline uyarlar.” diyor Zümer suresi 18. ayeti. Söz; her türlü bilginin taşıyıcısı.
Batıyla velev ki medeniyet düzeyinde bir çatışma içerisinde olduğumuzu kabul edelim. (Şahsen öyle düşünmüyorum.) Savaş durumu bile her türlü faydalı etkileşime kendimizi kapatmamızı gerekmez. Hatta diyebilirim ki tarih boyunca ticaret gibi savaşlarda büyük etkileşimlere ve bilgi alışverişlerine kapı aralamıştır. Örneğin Haçlı savaşların sayesinde Batı İslam dünyasından çok şey öğrendi. Sultan Fatih Bizans’ı yıkan topları yine Bizanslı mühendislere döktürdü. Kısaca işimize yarayacak her türlü bilgiyi, kimden geldiğine bakmaksızın almak zorundayız.
Bilginin ırkı veya dini yoktur. Bunu söylerken bilgilerin üretildikleri toplumsal ve tarihsel koşullardan soyutlamıyorum. Ancak bunları göz önünde bulundurmanın bilgi alışverişine engel olmadığını savunuyorum. Bir kaç örnek verelim.
Mesela Demokrasi; Hiç mi bu yönetim modelinden alacak bir şeyimiz yok? Batı dünyası siyasal istikrarını ve adaletini sağlamada Demokrasiye çok şey borçlu. Bizse modern dünyanın ihtiyaçlarını karşılayacak bir yönetim modeline bile sahip değiliz. İslam doğrudan bir yönetim modeli önermemiş, yönetimle alakalı bazı genel ilkeler tayin etmiştir. Bu ilkelerden hareketle çağın siyasal kültürüne tabi olmakta neden bir beis olsun ki?
Mesela Liberalizm; İnsanların kendi elleriyle ürettikleri bir ideoloji, evet. Ama insan ürünü olması kusurlu olduğu anlamına gelmez. Bugün İslam dünyasında bireysel kimlik, hak ve özgürlükler noktasındaki farkındalığın artmasına o kadar çok ihtiyaç var ki! Bu açıdan neden Liberal literatürden yararlanmayalım. Dinimizin sabitelerine aykırı olan şeyleri almak zorunda değiliz. Liberallerin, bize göre, özgürlükler noktasında, LGBTİ örneğindeki gibi, çokça aşırıya gitmeleri Liberalizmi tamamen göz ardı etmemizi gerektirmez ki. Körü körüne bağlılığın, mezhebi ve siyasi fanatizmin oldukça arttığı, bireyin toplumun içinde eritildiği ve yok sayıldığı bir süreçten geçiyor İslam dünyası. İnsan hakları ve hukukun üstünlüğünü, birey ve devlet ilişkilerini düzenlemede Liberal düşünce bize birçok ip ucu verecek birikime sahiptir halbuki.
Mesela Feminizm; Kadının konumu ve hak ettiği değeri görmesi açısından Batı’da birçok olumlu sonuca sebep olmuş bir harekettir. Olumsuz veya kabul edilebilir olmayan yönleri yok mu dersiniz? Çok. Fakat bu durum Feminist hareketten bize de yarayacak faydalı konularda istifade etme veya ilham almaya engel değildir. Kadınların ikinci sınıf görülmemesi, gereken fırsat eşitliğinin sağlanması durumunda birçok konuda büyük başarılara imza atabilecekleri gerçeği noktasında Feminizmin Batı’da yarattığı devrimsel dönüşümü görmek gerekiyor.
Mesela Bilim; Bilime yeterince değer verme de ve bilimsel faaliyetleri desteklemede ciddi bir bilinç düzeyine ihtiyacımız var. Merhum Muhammed Kutup “İslam Dünyasının Aydınlanma Sorunları” adlı eserinde yaptığı bir öz eleştiride Müslümanların bilimin önemini laiklerden öğrendiğini belirtiyor. Çünkü Müslüman dünyası bir çöküş döneminde ve bu çöküşün önemli gerekçelerinden birisi ise Bilime yeterince önem vermemek. Batı’da bir dönem pozitivist düşünceyle bilime atfedilen önem konusunda, bilimi din yerine geçirecek düzeyde bir aşırılığa gidilmiş olması bilimin öneminden hiçbir şey eksiltmez halbuki. Bilimin bir dönem taşıyıcısı olan İslam dünyası tekrar bu insanlık mirasına sahip olmak için Batı’nın takdir edilmesi gereken çabasını örnek almalıdır. Müslümanların bilimle olan ilişkisi komplo teorileri düzeyini veya evrim teorisi gibi bir kaç konuya daraltılmış tartışmalara hapsedilmekten kurtulmalıdır.
Misalleri artırmak mümkün. Ancak meramımın anlaşılabildiği kanaatindeyim. Batı bugün sahip olduğu gücü ve hakimiyeti en başta düşünsel birikiminden ve bilgiyle kurduğu üretici ve yenilikçi ilişkiden almaktadır. Sırf Müslüman olmayan bir medeniyettir diye Batı’ya düşman veya ön yargılı kesilmek ne İslam’a ne akla sığar. Kaldı ki geçmişi itibariyle yeni kültürlere karşı en barışçıl, hoşgörülü ve komplekssiz bir ilişki örneklerinden olan İslam Medeniyetinin torunlarıyız. Antik dönem ve özelde Yunan bilgi birikimini günümüz dünyasına taşıyanların Müslümanlar olduğunu hatırlamalıyız. Bugün Batı Aristo’ya sahipse bunu Aristo’yu hiç gocunmadan, herhangi bir kompleks duymadan tercüme eden Müslümanlara borçludur.
Peki bugün ne değişti de bizler aynı kucaklayıcı tavrı kaybettik? Körü körüne bir Batı düşmanlığı ve Batı hayranlığı dışında kalarak bu konuyu gündemimize almamız gerekiyor.