Epistemoloji ve Ontoloji açısından İslam Dini ve Bilim ilişkisi

Din ve bilim ilişkisi, tartışılması sevilen ve birçok ortamda çokça konuşulan bir konudur. Tabi din ile İslam’ı kastettiğimi belirtmeliyim. Din ve Bilimin ilişkisini iki ayrı açıdan ele almak parçacı yanılgılara düşmekten bizi koruyacaktır. Bu sebeple hem epistemolojik hem ontolojik açıdan din ve bilim ilişkisini ele almak gerekir. İkisinin toplamından çıkan sonuç din ve bilim ilişkisi açısından daha tutarlı bir yaklaşıma sahip olmamızı sağlayacaktır. Medyada konu tartışılırken çoğu zaman ya sadece epistemolojik ya da sadece ontolojik açıdan ele alınır ve her iki yaklaşım farklılığına göre de din ve bilimin ilişkisi farklı şekilde kurulur. İslam dini ve bilim ilişkisini ilkin epistemolojik açıdan ele almaya çalışalım.
A-Epistemolojik açıdan İslam dini ve Bilim ilişkisi
İslami Epistemoloji
Din ve bilim ilişkisi açısından İslami epistemolojide bulunan sübutu zanni ve sübutu kati kavramlarının konunun anlaşılması açısından oldukça yol gösterici olduğuna inanıyorum.
Sübutu Kati olan dini bilgi
İslam dini açısından bilginin birincil kaynağı Allah’tır. O Allah ki; her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan, her şeyi yoktan var eden, her açıdan en mükemmel olan, maddeden, zamandan ve mekandan münezzeh olup yarattıklarına benzemeyen bir varlıktır. Dolayısıyla böyle üstün bir varlıktan gelen tüm bilgiler kesin hakikatler olarak kabul edilir. Allah’ın elçiler aracılığıyla insanlara ulaştırdığı kesin hakikatler ise vahiydir. Vahiysel bilginin kaynağı Allah ve son Peygamber hz. Muhammed kabul edilir. Herhangi bir dini bilgi kesin olarak Allah ve Resulünden geldiği ispatlanabiliyorsa Sübutu Kati olarak adlandırılır. Sübutu kati olan bir bilgi üzerinde hiçbir müslüman mezhebinin ve aliminin herhangi bir itirazı bulunmaması o bilginin kesinliğini göstermektedir. Örneğin, Kuran ayetleri ve uygulama yoluyla gelen Sünnet; vahye, dolayısıyla yaratıcıya dayandırılması açısından sübutu kati iki bilgi kaynağı olarak kabul edilmektedir. Namaz gibi bir ibadetin varlığı ya da namazların farz olan rekat sayıları bu tür bilgilerdendir.
Sübutu Zanni olan dini bilgi
Bir bilginin vahyin kaynağından geldiğini ispatlamada ufacık dahi bir şüphe bulunuyorsa o bilgi yanılma ihtimali içerir. Böyle bir bilginin kesin olarak Allah ve Resulünden geldiğini iddia etmek, Allah ve Resulüne iftira ihtimali taşıyabilir. Bu sebeple çok küçükte olsa vahye dayandırma açısından yanılma ihtimali içeren bilgilere ise Sübutu Zanni denilmektedir. Sübutu zanni olan bir dini bilgi bu çerçevede yöneltilebilecek herhangi bir eleştiri gerekçesiyle reddedilebilir. Örneğin, Ahad hadisler, vahye dayandırma açısından kesinlik taşımadıkları için Sübutu zanni bilgilere örnek gösterilebilir. Namazın sünnet olan rekatlarının sayısı, abdestin şartları vs. bu tür bilgilerdendir. Bu noktada Hanbeli mezhebinin kurucusu sayılan ve aynı zamanda büyük bir hadis alimi olan Ahmet b. Hanbel’in sübutu zanni bilgilerden olan ahad hadisler karşısındaki şu sözü oldukça anlamlıdır: “Hz. Peygamberden bir hüküm veya sahih bir isnadla farziyet ifade eden bir hadis varit olursa, onunla amel eder ve böylece Allah’a yaklaşırım. Ancak hz. Peygamber’in bu hadisi (kesin olarak) söylediğine şahitlik etmem.”
Delaleti Zanni ve Delaleti Kati olan dini bilgiler
Vahye dayandırılması açısından kesinlik taşıyan yani sübutu kati olan bir dini bilginin ne anlama geldiğini, o bilginin nasıl anlaşılması gerektiği noktasında her zaman bir kesinlik olmamaktadır. Kuran ayetleri etrafında yapılan tartışmalar buna örnek gösterilebilir. Kuran ayetleri Sübutu kati bilgilerdir. Ancak bazen bir ayetten birden fazla anlam çıkartılabilirken bazen ise bütün müslümanlar ya da mezhepler o ayetten aynı anlamı çıkarabilmektedirler. Dolayısıyla dini bilgiler nasıl anlaşılması gerektiği noktasında da ikiye ayrılmaktadırlar. Ne anlama geldiği konusunda hiçbir tartışma olmayan ve içeriği doğrudan herkes tarafından aynı şekilde anlaşılan ayetler delaleti kati kapsamındadır. Ancak ne anlama delalet ettiği konusunda gerek nüzul sebebi, gerek gramer tartışmaları vs. sebeplerle tartışmaya açık olan, birden fazla anlam çıkartılmaya müsait olan ayetler üzerinden yapılan yorumlar ise anlamsal kesinlikleri açısından delaleti zanni olarak adlandırılırlar. Delaleti zanni ve delaleti kati kavramlarının, din-bilim ilişkisi tartışması açısından önemli olmasada, İslami epistemolojik çerçeveyi oturtmak açısından anlaşılması gerektiği kanaatindeyim.
Yukarıda çizdiğim epistemolojik çerçeve açısından herhangi bir dini bilgi ispatı veya anlamlandırması açısından sübutu zanni veya delaleti zanni ise o bilgi sübut veya delalet yönünden reddedilebilir. Bu iki kavram İslam dini içerisinde çıkan farklı dini yorumlar konusunda esnek davranılması, hoşgörülü ve çoğulcu bir fikri zemin oluşturması açısından oldukça önemlidirler. Çünkü zanni bilgileri dileyen kabul eder dileyen reddeder. Hiç kimsenin din adına zanni bir bilgiyi bir diğerine dayatmaya hakkı olmadığı gibi bu tür bilgileri dinin asıl meselelerinden göstermek veya itikat seviyesine çıkarmak doğru değildir.
Bilim Epistemolojisi
Bilimsel bilgiler açısından kati ve zanni tanımlamasını kendim yapmaktayım. İslami epistemolojideki bu ayırımları bilim felsefesine uyarlamanın oldukça ufuk açıcı olabileceği kanaatindeyim. Çünkü bilimsel bilgiler de sübut ve delalet açısından kati ve zanni olarak ayrılmaktadırlar.
Kati ve Zanni bilimsel bilgi
Konumuz açısından bilimsel bilgilerin ispat boyutu oldukça önemlidir. Bilindiği gibi bilimsel bir bilgi akıl, deney, gözlem, öngörülebilirlik, yanlışlanabilirlik, objektiflik gibi özelliklere sahip olmak zorundadır. Bu açıdan bazı bilimsel bilgiler matematiksel teorisi kurulduktan sonra doğrudan gözlem ve deney gibi yöntemlerle ispatlanabilmektedir. Örn; Güneşin varlığı, Yerçekimi, insan vücudunun yapısı gibi. Bilimsel bilgi yöntemleri açısından ispatlanmasında kesinlik olan ve her türlü itiraza kapalı olan bilgiler kati bilimsel bilgilerdir. Aynı şekilde bilim insanlarının çoğunun kabul etmesine rağmen belli bir azınlığın bilimsel epistemoloji çerçevesinde çeşitli eleştiriler getirebildikleri, farklı yorumlarda ve itirazlarda bulunabildikleri bilimsel bilgilere zanni bilimsel bilgiler denilebilir.
Zanni bilimsel bilgiyi bir örnekle detaylı açalım. Örneğin canlı türlerinin kökenini açıklamada evrim teorisi bugün dnalar üzerinden temellendirilebilmektedir. Normalde farklı türlerin ortaya çıkması evrimsel açıdan yüz binlerce, milyonlarca yıl sürmektedir. İnsan ömrünü aşan böylesi uzun bir zaman diliminde gerçekleşen biyolojik değişimler haliyle doğrudan gözlemlenememektedir. Bu açıdan örneğin insan ve şempanze dnalarında rastlanılan ortak hastalık izleri ve onlardan da geriye gidildikçe incelenebilen her türün dnasında ortak izlerin bulunması bütün türlerin ortak atadan geldiği düşüncesini oluşturmuştur. Bugün artık bilim dünyası evrim teorisini kabul ettiği gibi “ortak ata” düşüncesi evrimin en temel sac ayaklarındandır. Ancak tüm türlerin kendisinden çıktığı ortak ata ve o atadan Homo Sapiens Sapiense kadar geçen sürede dnalarda yaşanılan değişimleri doğrudan incelemek imkansızdır. Buna rağmen ortak ata bilgisi doğrudan değil de dolaylı olarak kanıtlansa da bilimsel bir bilgi olarak kabul edilmektedir. Ancak dayandığı yöntem açısından ufakta olsa yanılma payı bırakılmaktadır.
Yine evrenin 13.7 milyar yıl önce ortaya çıktığını ve bir başlangıcı olduğunu savunan Big bang teorisi de ispat açısından evrim teorisi gibidir. Evrenin her tarafına dağılan fosil radyasyonlar üzerinden temellendirilen big bang teorisinin kesin ispatı açısından evrenin başlangıcına gidip doğrudan gözlem yapmak gibi bir imkanımız bulunmamaktadır. Bu sebeple bilim dünyasının çoğunluğu kabul etse de bu tür dolaylı kanıtlara dayanan bilimsel bilgiler zanni bilimsel bilgilerdir. Aksi yönde daha güçlü kanıtlar ortaya çıkmadığı müddetçe bu bilgilerin doğru bilimsel bilgiler olarak kabul edilmeleri aklen daha uygundur.
Epistemolojik açıdan din ve bilim ilişkisi
Kuran ayetlerinde doğaya çokça atıf yapılmaktadır. Aynı şekilde İslam fıkhında bilimsel gelişmeler ışığında belirlenmesi gereken birçok konu bulunmaktadır. (Örn; anne sütü, organ nakli kürtaj, ergenlik gibi konular) Bu açıdan bilimsel alana tekabül eden bir dini bilgi sahası bulunmaktadır. Bu durumda insanların ilk aklına gelen ise dini bilgi ve bilimsel bilginin çatışması durumunda ne yapılacağıdır.  Yukarıda çizmeye çalıştığım epistemolojik çerçeveden hareketle dini bilgi ve bilimsel bilginin ilişkisini epistemolojik olarak aşağıdaki iki ayrı tespit ile kurabiliriz:
1. sonuç: İslam dini ve bilim çatışmaz.
İslam tarihi boyunca aşağıdaki gibi bir epistemolojik yaklaşımdan dolayı bilim ve din çatışması söz konusu olmamıştır.
Din ve bilim ilişkisi açısından bilgiyi “Kati” ve “Zanni” diye ikiye ayırdığımızda:
1-Kati dini bilgi ile Kati bilimsel bilgi çatışırsa dini olan tercih edilir. Ancak İslam dini özelinde bu tür bir çatışma bulunmamaktadır. Çatışma olduğu varsayılan örneklerde problem doğrudan din veya bilimin kendisinde değil, bahsi geçen bilgilerin kati veya zanni olarak tayin edilmesindedir. Çünkü dini de bilimi de yaratan Allah’tır. Dolayısıyla Allah’ın insanı iki ayrı çelişik hakikate götürmesi düşünülemez. Velev ki bulunsa bile bir Müslüman açısından dini bilgi bilimsel bilgiye tercih edilir. Çünkü vahiy tanrı ürünü iken bilim insan ürünüdür. İnsan ise yanılma özelliğine sahip bir varlıktır.
2-Kati dini bilgi ile Zanni bilimsel bilgi çatışırsa dini olan tercih edilir. Çünkü bu durumda insan ürünü olan bilimsel bilgi yanılma ihtimali taşımaktadır. Bu durumda zamanla daha doğru bilimsel verilere ulaşılması beklenir.
3-Zanni dini bilgi ile Kati bilimsel bilgi çatışırsa bilimsel olan tercih edilir. Akla uygun olan budur. Ancak dileyen istediğini tercih etmekte serbesttir. Yine de dini bilgi zan/yanılma ihtimali taşıdığından dolayı bilimsel veriler ışığında yenilenmelidir. (Dinde Tecdid)
4-Zanni dini bilgi ile Zanni bilimsel bilgi çatışırsa hangisine ikna olunursa o tercih edilir. Çünkü her iki durumda da bir yanılma payı bulunmaktadır.
2. sonuç: Epistemolojik açıdan din ve bilimin alakası yoktur!
Bu tasnife rağmen epistemolojik açıdan din ve bilimin bir biriyle alakası olmadığı unutulmamalıdır. Çünkü bilim maddi ve akli olanla sınırlıdır. Maddi olmayan ve aklın sınırlarını aşan konular doğal olarak bilimin inceleme alanına giremez. Din ise sadece maddi olanla değil fizik ötesiyle de ilgilidir. Bu sebeple dini bilgiler üzerinden bilimsel bilgilere müdahale etmeye çalışmak ya da tersi bir çaba sergilemek doğru değildir. Çünkü Kuran bir bilim kitabı değildir. Bu durum tıpkı bir armut ağacından elma beklemek kadar tutarsızdır. Bunun gibi bilimsel bilgiler üzerinden maddi olmayan alemin varlığını veya yokluğunu iddia etmek ya da fizikötesi üzerine yorum yapmak tutarlı değildir. Bu sebeple epistemolojik açıdan konuyu “din ve bilim çatışması vardır/yoktur” gibi bir yaklaşımla ele almaktansa din ve bilimin birbiriyle alakasının olmadığı noktasından hareket etmek daha tutarlı olacaktır.
Yine bilim “nasıl” sorusunu sorarken din “niçin” sorusunun cevabını arar. Başka bir ifadeyle bilim bir olayın nasıl meydana geldiğini araştırırken din o olayın niçin meydana geldiğini açıklamaya çalışır. Örneğin big bang teorisi evrenin nasıl meydana geldiğini izah etmeye çalışırken din evrenin niçin yaratıldığını izah etmeye çalışır. Başka bir ifadeyle evrenin nasıl oluştuğunu big bang üzerinden açıklamaya çalışmak bilimin alanına girerken, big bang teorisi üzerinden evrenin bir yaratıcısının olduğu veya yaratıcının evreni bir maksatla yarattığı şeklinde görüşlerde bulunmak dinin(burada felsefe kelimesi de kullanılabilir) alanına girer. Görüldüğü gibi epistemolojik açıdan din ve bilimin hareket noktası birbirinden tamamen farklıdır.
B-Ontolojik açıdan din ve bilim ilişkisi
İnsanın ve evrenin varlığını açıklama ve anlamlandırma çabası bağlamında ontolojik açıdan din ve bilim aynı yapbozun farklı parçaları gibidirler. Hayatı anlamlandırma çabası açısından din ve bilim birbiriyle yardımlaşma içerisindedir. İslam dini, yeryüzündeki tüm varlıkların bir yaratılış gayesi olduğunu savunur. Bu gözle varlıklara bakmamız istenir. Her varlığın evrende bir işlevi/maksadı bulunmaktadır. Örneğin bir inek etiyle, sütüyle hatta gübresiyle faydalı olma ve üretimde bulunma görevini üstlenmiştir. Bu gözle bakıldığında her hayvanın, bitkinin kısacası tüm doğal fenomenlerin bir görevi bulunmaktadır. İnsan, diğer tüm canlılardan farklı olarak akıllı bir varlıktır. Ne etiyle, ne sütüyle ne başka bir maddi boyutuyla öne çıkamayan insana aklı üzerinden bir gaye atfedilmiştir. Bu gaye ise Allah’a bilinçli bir kulluktur. İnsanın yeryüzündeki görevi Allah’ı tanımak, bilmek ve bu çerçevede ona kulluk etmektir. Kuran-ı Kerim, insanın bu görevini yerine getirirken doğaya ve Allah’ın yarattıklarına bakmasını emreder. (Bakara 164, Nahl 12, Enam 97) Çünkü yaratılan her bir varlık yaratıcıya işaret ederek tıpkı Kuran’da yazılı olan ayetler gibi birer ayet olarak kabul edilmektedir.
Bakara suresi 190-191. ayetleri bu gerçeğe şöyle işaret eder: “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün farklı oluşunda aklıselim sahipleri için elbette ibretler vardır. Onlar ayakta dururken, otururken, yatarken hep Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler: “Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, seni tenzih ve takdis ederiz. Bizi cehennem azabından koru!” Görüldüğü gibi ayette örnek verilen gece ve gündüzün farklılığı coğrafya ilminin konu alanıdır. Allah’ın nasıl yarattığını anlamak konusunda bilim işe koşulmaktadır. Bilimin ortaya koyduğu veriler Allah’ın yaratma gücü hakkında daha doğru ve detaylı bilgiler edinmemizi sağlar. Dolayısıyla her bir bilimsel keşif Müslümanın imanını artırır. Müslüman karşılaştığı bilimsel izahlar ile Allah’ın yarattıklarına benzemediği, onlardan kat kat üstün olduğu yönündeki tesbih ve tenzihini yapar. Bu da Müslümanın Allah’a karşı kulluk görevini yerine getirmesini ve Allah’a yaklaşmasını sağlar. Görüldüğü gibi İslam dini açısından din varoluşumuzu izah ederken bilimden yardım alabilir. Ontolojik açıdan bilim ve din arasında doğrudan bir ilişki vardır.
Din ve bilim arasındaki ontolojik ilişkiyi uç noktalara taşıyanlar elbette bulunmaktadır. Öyle ki Kuran’a bir bilim kitabı gibi davranan bazı Müslümanlar Kuran’dan kendilerince ve bin bir teville teknolojik icatlar ve bilimsel keşifler çıkarmaya çalışmaktadırlar. Kuran’da tank ve uçak teknolojilerinin bulunduğu ya da Kuran’ın kuantum fiziğine değindiği gibi iddialar buna örnektir.
Bazen bazı araştırmalarda Kuran’dan ilham almak ise Kuran’ın mucizevi oluşuna delil getirilemez. Çünkü nice bilimsel keşfe çok alakasız, değerli ya da değersiz şeyler vesile olmuştur. Örneğin ne kadar doğru olduğu bilinmez ama Newton’un yer çekimini kendisiyle bulduğu elma hikayesi buna bir örnektir. Newton’a yer çekimi fikrini ilham ettirmesini elmanın mucizevi oluşuyla açıklamak ne kadar tutarlıysa okuduğu bir Kuran ayetinden herhangi bir bilimsel keşfe ilham bulmak ile Kuran’ın mucizeliği arasında bir ilişki kurmakta aynı düzeyde tutarlıdır. Kuran’da bazı bilimsel gerçeklere işaret eden çok az miktarda ayetlerin bulunması bu tarz zorlama yorumların kapısını açmaktadır. Halbuki bu gibi durumlarda dengeli bir tavır almak Kuran’ı asıl bağlamından koparmamak gerekmektedir.
Din-Bilim ilişkisi
Din ve bilimin hiçbir ilişkisi olmadığını savunanlar meseleye epistemolojik olarak yaklaşmaktadırlar. Epistemolojik açıdan din ve bilim birbiriyle alakasız olsa da bu, arada ontolojik bir ilginin bulunmayacağı anlamına gelmez. Din ve bilim ilişkisini reddetmekte ısrarcı olan kimilerinin tepkisi maalesef çoğunlukla ideoloji kaynaklıdır. İdeolojik yaklaşımda bilim, din ile illa ki savaştırılır. Böylesi bir yaklaşımda bilimin sunduğu hakikatlerin tek hakikat olduğu şeklindeki inancın dine kibir ve öfkeyle yaklaşmaya neden olduğu görülmektedir.
Din ve bilimin ilişkisini kuranlar ise bu ilişkinin bazen ontolojik ve epistemolojik mahiyetini karıştırmaktadırlar. Bu durumda da yukarıda belirtildiği gibi Kuran’a bilim kitabı muamelesi yapılarak dinde aşırıya gidilmektedir. Bu tür bir yaklaşım bazen ters etki yaparak bahsedilen aşırılık sebebiyle, din ve bilimin hiçbir ilişkisi olmadığını savunanlara da bir gerekçe oluşturmaktadır. Olması gereken din ve bilim ilişkisinin ontolojik ve epistemolojik ayırımının farkında olmaktır.
Din-Bilim ilişkisi tartışmaları bir ihtiyaçtan mı doğmaktadır?
Son olarak belirtmekte fayda var ki din ve bilim ilişkisi tartışmaları İslam dünyası açısından suni ve aslında gerçekte karşılığı olmayan bir tartışmadır. Şu anlamda bir karşılığı yoktur; Genelde bu konu sanki din ve bilim arasında bir sorun varmışta konuşulması gerekiyormuş şeklinde görülmektedir. Ancak böyle bir durum gerçekte İslam dini ve bilim arasında yoktur. Çünkü yukarıda yaptığım zanni ve kati bilgi tasnifi çerçevesinde İslam dini açısından bilimle herhangi bir çatışma ortamı oluşmamıştır.
İslam tarihinde din ve bilimin çatışmasına dair Avrupa’daki gibi kurumsal düzeyde bir örnek bulunmamaktadır. İslam tarihinde bilim ve din çatışmasına örnek gösterilebilecek olaylar münferit özellik taşımaktadırlar. Bu tarz çatışmacı bir tutum İslam tarihinde hiçbir zaman çoğunluğa mal olmamıştır. Ancak bunun aksine Avrupa tarihinde Kilise skolastiği din adına bilime müdahale etmiş ve bilim insanları için engizisyon mahkemeleri kurmuşlardır. Aradaki farkı iyi görebilmek için ortaçağ denilen ve Hristiyanlık dininin asıl hakim oldukları 1000-1500 yılları arasındaki Hristiyan Avrupa orta çağı ile İslam coğrafyasının orta çağını karşılaştırmak yeterli olacaktır. Haliyle bu tür bir tartışmanın İslam dini ve bilim arasında bir sorun varmışçasına sıklıkla gündeme getirilmesi doğru değildir.
0 Paylaşımlar
0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
0
Would love your thoughts, please comment.x