Hadis ve Sünnet Meselesinden Anladıklarım

Sünnet ve hadis konusu dini meseleleri birazcık sorgulayan ve araştıran herkesin gündemine girmiştir. Her konuda yapmaya çalıştığım gibi bu konuda da karşılaştırmalı okumaya ve farklı görüşteki herkese kulak vermeye çalıştım. Belki pek derinlikli değildir ama vardığım sonuçlardan ilk aklıma gelen ve önemli gördüğüm noktaları maddeler halinde şöyle özetleyebilirim:
1-Sünnet, Hz. Peygamberin teşri niyetiyle ortaya koyduğu söz ve fiillerdir. Yani dini açıdan yeni bir hüküm koyma, bir şeyi açıklama, anlatma vb bir amaç dışında kalan peygamberin tüm söz ve fiilleri sünnet kapsamında değildir. Örneğin kişisel hobi ve zevkleri, kültürel tercihleri vs. Bu konuda İbni Abbasın sünnet yaklaşımını benimsiyorum.
2-Hz. Peygamber Kuranda bulunan bir meseleyi beyan ve tahsis etme başka bir ifadeyle dinde hüküm koyma, teşrii yetkisine sahiptir. Bu konuda özellikle karşılaştırmalı okumalar yaparak ve Peygamberin teşrii yetkisi yoktur diyenleri de dinleyerek vardığım sonuç budur.
3-Peygamberin teşrii yetkisi sadece Kuranda belirtilen konularla sınırlıdır. Çünkü sünnet asla tabidir ve asıl olan Kurandır. Onun sınırları dışına çıkarak vahyin hiçbir şekilde değinmediği bir konuda sıfırdan hüküm koymaz. Bu konuda İmam Şatıbi vb ulemanın çizgisini benimsiyorum.
4-Peygamber teşrii yetkisine sahip olduğuna göre onun koyduğu tüm hükümler de kuran dışı vahiydir. Bu vahiy de tıpkı Kuran gibi günümüze ulaşmıştır. Nasıl mı? Kuran gibi nesilden nesile aktarılarak korunmuştur. Mesela ezan veya namazın detayları her gün milyonlarca müslüman tarafından tekrar ve tekrar bir sonraki nesle aktarılarak gelmiştir. Allah’ın kurandaki vahyi koruma yöntemi de böyledir. Ancak burada adına “mütevatir gelenek” diyebileceğimiz bu yöntemle gelen bilginin sürekli aktarılan ve sık tekrar edilen bir aktarım olması gereklidir. Bunu ayırt etme konusunda sınırlar oldukça muğlaktır. Bu belirsizliği gidermek için “usul” alanında ciddi çalışmalara ihtiyaç vardır. Gerisi Allah’ın vahyini koruyacağına olan güvene/imana kalmıştır.
5- Ravi sayısına göre hadisler üzerinden gidersek mütevatir denilen hadislerin kendisi ihtilaflıdır. Kesin olduğu iddia edilen rivayetlerin hangilerinin kesin olduğunda ihtilaf olması ironiktir. Bu sebeple mütevatir denilen hadislerle amel etsek bile onları itikadi alana çekmek ve bunun üzerinden tekfir ve ayrışmaya gitmek yanlıştır. Yine doğrudan mütevatir kabul edilen hadisler dışında birde belli hadislere “manevi mütevatir” payesi verip üstüne üstlük bunları itikadi alana dahil etmek dinde Allah ve Resulü dışında teşrii yapmak tehlikesini doğurmaktadır. Manevi mütevatir denilen rivayetlere daha bir önem vermek yeterlidir.
6-Ahad hadisler yahut haberi vahitler ilim ifade ederler ancak kesinlik ifade etmezler. Bu sebeple ahad hadisler itikadi meselelerde ölçü ve delil olamaz. Çünkü itikat kesin bilgi üzerine kurulur.
7-Ahmet bin Hanbele atfedilen bir sözde de belirtildiği gibi sahih olarak gelse bile hiçbir hadisin kesin olarak Peygamberden geldiğini söyleyemeyiz. Ancak onları peygamberin söylediğine elimizde güçlü veriler bulunduğu için Allah’a daha çok yaklaşmak niyetiyle onlarla amel edebiliriz.
8-Peygamberin sözlerini itikat, ibadet, ahlak ve muamelat şeklinde ayırabiliriz. Bunlardan itikadi veriler Kuranla geldiği için itikatla ilgili hadisler Kuran’a tabidir. Sadece feri akide meselelerinde bu rivayetlere itibar edilebilir. Ahlakla ilgili hadisler örneklik teşkil eder ve sadece hz. peygamberin değil güzel ahlaka davet eden her söze itibar edilir. Sosyal hayatla alakalı hadisler ise maslahat ve maksatlarla birlikte ele alınırlar. Bu sebeple bu tür hadisleri sadece lafzi şekilde ele almak dinde aşırılığa götürebilir. İbadetlerle alakalı hadislerde ise özellikle teşrii boyutun izlerini sürmek ve olabildiğince dikkat etmek gereklidir. İbadetler çoğunlukla fiili ritüeller oldukları için her detayına kadar peygamberden bir fiil ve söz sadır olmuş olabilir. İbadetler ayrıca nesiller boyunca aktarılarak gelirler. Bu sayede en detayına kadar, en teknik haliyle bile gelen uygulamalar vardır. Bu noktada ibadetlerle alakalı en detaylı rivayetlere bile dikkat etmek gerekir.
9-Peygamberin her sözü dinde teşrii anlamı taşımaz. Bu sebeple bize ulaşan her türlü rivayeti mutlak bağlayıcı kabul etmek kişiyi dinde aşırılığa götürür. Peygamber bazı sözlerini komutanlık, devlet başkanlığı, tavsiye, içtihat vb farklı sebeplerle dile getirmiştir. Bu sebeple hadislerin ortaya konulduğu bağlama dikkat etmek gereklidir.
10-Hadisleri ele alırken önce senede bakmak sonra metin tenkidi yapmak gerekir. Aksi halde önümüze gelen milyonlarca sözün hangisini hadis bağlamında ele alıp alamayacağımızı bilemeyiz. Dolayısıyla bir hadisi incelerken önce senet tenkidinden başlamak gereklidir.
11- Senet tenkidi dışında metin tenkidi de yapılmalıdır. Önümüzdeki hadisin Kuran’a, akla, tarihi gerçeklere, bilimsel verilere… uygun olup olmadığına dikkat etmek gerekir.
12- Metin tenkidini reddederek hadisleri hangi akla veya hangi kuran yorumuna vuracağız demek hadis ve fıkıh alanındaki feriliği, zanniliği dolayısıyla dindeki geniş müsamaha ve ihtilaf alanını daraltmak demektir. Halbuki biraz düşünülürse senet üzerinden gidilirken yaşanılabilecek yanılma payı ile akla veya kurana arzederken yaşanılacak yanılma payı aynıdır. Epistemolojik açıdan senet ve metin tenkidinden birinin diğerine üstünlüğü yoktur sadece öncelik farkı vardır. Bu açıdan bir hadisi hem senet hem metin yönünden tenkit etmek eldeki metni sadece bir kritere değil iki kritere göre değerlendirmek yani daha ince eleyip sık dokumak demektir.
13- Sünnet ve hadis meselelerini fıkıh ve hadis usulü ile birlikte ele almak gereklidir. Ancak unutulmamalıdır ki usul ilimleri dinin aslından değildir. Zamanın getirdiği imkanlara göre bu ilimlerde yenilenmeye ve gelişime açık olmak gerekmektedir. Örneğin klasik usul aristo mantığı üzerine kurulu iken bugün artık mantık ilmi gelişmiş ve kimi konularda aristo aşılmıştır. Yahut modern dönemde, öncesinde mezhep usullerinde altıncı yedinci öneme sahip olan makasıd ve maslahat kriteri günümüzde daha bir önem kazanmıştır. Öyleki yapılan yeni çalışmalarla makasıd temelli yeni usuller önerilmektedir. Bu tür değişikliklere kulak vermek ve açık olmak gerekmektedir.
14- Hadis usulündeki sahabenin adaleti meselesi tekrar tartışmaya açılmalı, sahabe yada adalet kavramları yeniden tanımlanmalıdır. Peygamber dışında sahabelere de masum muamelesi yapmak anlamına gelen bu kriterin en azından zabt açısından, daha iyisi adalet açısından tekrar ele alınması gerekmektedir. Bu konuda alimler de kendi aralarında ihtilaf etmektedir. Kimisi adaleti genel fısk ve açık günah sayarken konu Muaviye gibi sahabelere gelince adalet kavramı “peygamber hakkında yalan söylememek” anlamında daraltılmaktadır. Muaviye örneğinden devam edersek, eğer adalet ravinin genel bir fısk içerisinde olmaması anlamında ise yine birçok kesimlerin kabul ettiği bir hadisle Muaviyenin adalet sahibi olmadığı anlaşılacaktır. Bu hadise göre bağiy bir grup Ammar’ı öldürecektir. Bu mantığa göre Muaviyenin bağy/isyan suçu işlediği hadisle kanıtlanmış olmaktadır. Bu durumda eğer hadis usulündeki adalet kavramı genel fısk olarak anlaşılacaksa muaviyeden hadis rivayet edilmemesi gerekmektedir. Yine sahabenin adaleti kuralı sebebiyle sahabe tedlis yaparsa bile o rivayet sahih sayılmaktadır. Bu gibi durumlar da ayrıca ilgili kriterin tekrar gözden geçirilmesini gerektirmektedir.
15-Ebu Hureyre, Enes bin Malik ve Zühri gibi isimlerin hadis aktarımı etrafında bunların güvenirlikleri ile alakalı yapılan tartışmalarda batılı oryantalistlerin etkisi açıkça görülmektedir. Bu oryantalistlerin kimisi iyi niyetli olsa da kimisi kötüye yorulabilecek yaklaşımlara sahiptirler. Örneğin Goldziherin Zühri hakkındaki tercüme ve değerlendirmeleri güvenilir değildir. Dolayısıyla batılı oryantalistlere de kulak vermek ve çalışmalarından yararlanmak gerekse de bunda oldukça dikkatli olmak lazımdır.

0 Paylaşımlar
5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
0
Would love your thoughts, please comment.x