Richard Dawkins’in “Tanrı Yanılgısı” Eserindeki Ateist Argümanların Teizmle Karşılaştırmalı Bir Analizi – Karşılaştırmalı Okuma

Richard Dawkins günümüzün natüralist ateizminin en büyük savunucularından. Tanrı yanılgısı adlı eseri uluslararası bestseller olmuş bir kitap. Çok meşhur. Sonunda kitabı okuyabildim. Fakat sonda söyleyeceğimi başta söylersem tatmin olmadım. Sahip olduğu üne nazaran temel ateist argümanlarını etraflıca ve derinlemesine ele alması açısından pekte doyurucu olmayan bir kitap. Çünkü birçok temel tartışma konusuna hiç girmemiş, girdiği meselelerde ise yer yer yüzeysel cevaplar verip meseleyi derinleştirmekten kaçınmış gibi görünüyor. Bu yazıyı kitabı yeni bitirmişken yazacaktım ama fırsat bulamadım. Şimdi ise aklımda kalanlar ve kitapta altını çizdiklerimden yardım alarak yazıya dökmeye çalışacağım. Bu sebeple yazıda bazı genel değerlendirmeler yapıp kabaca kitabı tanıtacağım. Ayrıca kitabın en ciddi bölümlerini teistlerin görüşleri ile karşılaştırmaya çalışacağım. Karşılaştırmalar sayesinde bir şeyleri daha iyi görebiliyorum. Ayrıca okuduklarımızı yazıya dökmek, onların daha iyi anlaşılmasına katkı sunuyor. Bu açıdan böyle bir yazıya giriştim.

Kitap 10 bölümden oluşuyor. Ancak kitaba temel olan, ateizmin en temel argümanlarını ortaya koyduğu en fazla iki üç bölüm var. Gerisi biraz sidik yarıştırmak gibi olmuş. Arada agnostiklere cevap verdiği üç beş faydalı başlığı istisna sayarsak tabi… Neden böyle dediğimi bölümlerin ana temalarını tanıtırken daha iyi anlayacaksınız. Çünkü ele aldığı konular Tanrının varlığı ya da yokluğu açısından bir şeyleri pekte değiştirmiyor.

Bir bölümde inananlara saygısız olmayı savunmuş. Bir bölümü Amerika’nın kurucu babalarının da aslında ateist olduğunu ispatlamaya çalışarak geçirmiş. Sanki ateist sayısının çok olması onun haklı olduğunu gösteriyormuşçasına. Bir bölümde Hitlerin aslında ateist değilde Hristiyan olduğunu kanıtlamaya çalışarak geçirmiş. Stalin’in ateizmini ise üstünkörü geçmiş.

Bir başka bölümde dinin kökeninin ne olabileceğine dair kafa yormuş. Burada dinin kendi başına hayatta kalmamıza yarayan evrimsel bir değerinin olmadığını savunmuş. Dawkins’e göre din hayatta kalma değerine sahip başka süreçlerin bir yan ürünüdür. Bu noktadan itibaren üç beş tane seçenek sunmuş ve dinlerin bu seçeneklerden birinin veya birkaçının yan ürünü olarak ortaya çıkmış olabileceğini belirtmiş. Örneğin insan zihninin her şeyde amaç arayacak şekilde evrildiğini belirtmiş. Zihnin erekselliğinin sağladığı en temel faydaların yanında bunun dawkinse göre zararlı bir yan ürünü olan din ortaya çıkmış. İnsanlar ontolojik ereksellik arayışı sonucunda dini icat etmişler diyebiliriz kısaca. Evrimsel psikoloji üzerinden dinin psikolojinin yan ürünü olduğunu öne sürmüş. Buna göre çocuk zihni herşeyi ikiselci biçimde düşünür. Örneğin iyi kötü, madde mana, beden ruh gibi. Bu tarz bir düşünmenin yan ürünü olarak dinler ortaya çıkmış olabilir. Yine mantıksız ilk görüşte aşkın yan ürünü olarak dinlerin ortaya çıkabileceği fikrini dillendirmiş. Bunu Daniel Dennet’ten alıntılamış. Buna göre din mantıksız bir inançta diretmenin kararsız olmaktan daha faydalı olduğu durumunun bir yan ürünüdür. Dawkins’in kendisi ise kolay aldanan çocuk adını verdiği bir teori ortaya atıyor. Buna göre savunmasız çocuk beynine küçükken bulaşan safsatayı çocuk büyüse de sonraki nesillere aktarır. Din bu sebeple varlığını sürdürüyordur. Fakat burada Dawkins kendisinin de sorduğu “savunmasız çocuk aklına bulaşan bir virüs yahut enfeksiyon neden sürekli din şeklinde beliriyor” sorusuna tatmin edici bir cevap veremiyor. Teistlerin fıtrat savunusu bu sorunun ardından akıllara gelmiyor değil…

Dawkins bir başka bölümde dinlerin insanları düşmanlığa ve kötülüğe ittiğini ispatlamaya çalışıyor. Ona göre birçok kötülüğün kaynağı dinler. Başka bir bölümde ise çocuk eğitimine dinin karıştırılmaması gerektiği konusuna özel yer veriyor ve çocukken dini eğitime karşı çıkıyor. Bir bölümde ise dinlerin açıklanamayan şeyleri yani boşlukları doldurmak için tanrı inancını kullandıklarını ve bu sayede tanrı inancının varlığını devam ettirdiğini savunuyor.

Buraya kadar ele aldığım kitabın bölümleri üstte sidik yarıştırmak olarak ifade ettiğim, aslında çok göreceli fikirler. Kitabın Yüzde altmışı veya yetmişi rahatlıkla bu tür tartışmalara ayrılmış görünüyor. Fakat Dawkins kitabının temel noktası olarak belirttiği bölüm 4 ve kalan birkaç bölümde(Bölüm 3 ve 6,belki 7de eklenebilir) nihayet ateizmin argümanlarına giriyor. Şimdi aklımda kaldığı kadarıyla bunları teistlerin cevapları ile karşılaştırarak sıralamaya çalışacağım, bunu yaparken elimin altındaki Teizmi savunan kitaplardan yararlanacağım:

Allah’ı Kim Yarattı?

1- Bölüm 3’te Dawkins’in özellikle takıldığı, özellikle derken şahsen en fazla ciddiye alınacak olarak gördüğüm(Çünkü Thomas Aquinas ve Bayes’in zaten çokta katılmadığım argümanlarına yer vermiş uzunca) tek konu Tanrıyı kim yarattı? sorusudur. Bölüm üçte bu soruyu sıkça tekrarlıyor. İlginç biçimde Türkiye’de Celal Şengör’de bu soruya aşırı derecede takılmış durumda. Bilindiği gibi teistler her şeyi tanrı yarattı diyorlar. Tüm sebeplerin kendisine gelip ulaştığı ilk sebep tanrıdır teizme göre. Ateistler ise bu sebep zincirinin neden tanrıda durdurulduğunu, halbuki tanrıyı kimin yarattığı sorusunun da sorulması gerektiğini savunuyorlar.

Teistlerin gördüğüm kadarıyla bu soruya iki cevapları var. Birincisi bu soru tanrı söz konusu olunca mantık hatası barındırıyor. Yani böyle bir soru tanrı hakkında düşünülemez. Bu soru tanrı kendinden büyük bir taş yaratabilir mi sorusu gibi mantıksızdır. Çünkü insan zihni madde, uzay ve zaman doğrultusunda düşünür. Bunun dışındaki mutlak hiçlik halini yada başka bir durumu düşünemez. Bu sorudaki büyük kelimesi maddi aleme has bir büyüklük algısıdır, tanrı için düşünülemez. Tıpkı bunun gibi yaratılmak fiili tanrı için düşünülemez, tanrı ezeli ve ebedidir, o hep vardı. Bu şekilde tanımlanan bir varlık için onu kim yarattı diye sormak hatalı olur. İkinci cevap ise aklımda kaldığı kadarıyla söylersem içinde bulunduğumuz varlık alemi için sonsuzluk hali düşünülemez. Evrenin başlangıcı ve sonu var. Zamanın başlangıcı var, Evrende bulunan ham madde sınırlı. Ünlü ateist David Hume’nin de dediği gibi sonsuzluk sadece zihinsel olarak matematikte geçerli olabilecek bir durumdur. Gerçek, varlıklar aleminde sonsuzluk diye bir şey mümkün değildir. Dolayısıyla evren, kendisini sonrada yaratan bir varlığa bağımlıdırlar. Teistler buradan hareketle İmam Gazali’den günümüze savundukları ve adına “bağımlılık argümanı” diyeceğimiz bir argüman geliştirirler. Buna göre her neden gidip bir ilk nedene dayanmak zorundadır. Hamza Andreas Tzortis’in ifadesiyle “Aklınıza gelen her şeyi düşünün; bir kalem, bir ağaç,güneş,elektronlar ve hatta kuantum alan. Bütün bu şeyler bir şekilde bağımlıdır.” ve her şey nihayetinde Tanrının varlığına bağımlıdır. Ama tanrı kendi varlığını kendi dışında birşeye borçlu değildir. Tzortis bu noktada “domino taşı” örneğini vermektedir. Yazıyı uzatmamak adına bu örneği okumak için buraya tıklayın. İkinci madde olan bağımlılık argümanı başlığına bakın. Domino taşı örneği dışında bir örneği son olarak vererek teistlerin bakış açısını ortaya koymuş olayım. Hedefe kilitlenmiş bir keskin nişancı örneğini düşünün. Keskin nişancı “ateş” emrini onaylatmak için kendi üstüne telsizle soruyor. Fakat nişancının üstündeki yetkili de kendi üstündeki yetkiliden izin almak için ona soruyor. Üst yetkili de kendi üstündeki yetkiliye soruyor. Eğer geriye doğru sonsuzluğu kabul edersek “ateş” emri asla gelmeyecek. Dolayısıyla şuan hareket ve buna bağlı olan varlık alemindeki şeyler asla olmayacaktı. Böylece anlaşılıyor ki bir ilk sebep ve ilk hareket ettirici lazımdır. Teistler de bunun tanrı olduğunu iddia ediyorlar.

Doğal seleksiyon ve İndirgenemez Karmaşıklık

2-Dawkins, teistlerin tasarım delilinin indirgenemez karmaşıklık iddiasına dayandığını söylüyor. Ona göre indirgenemez karmaşıklık bir parçanın çıkarılması durumunda bütünün çalışmaması halini ifade ediyor. Ve böyle bir durumun evrende olmadığını savunuyor. Teistlere göre evrende çok kompleks ve indirgenemez karmaşıklığa sahip bir tasarım bulunuyor. Dawkins bu iddiayı evrim teorisi üzerinden doğal seleksiyon mekanizması ile savuşturuyor. Şahsen teistlerin evrim ile teizmin çelişmediği görüşünün isabetli olduğunu düşünüyorum. Bu görüşe göre tanrı evrim yöntemiyle canlıları yaratmıştır. Bunu böyle kabul edersek teizmin yaratılışçılığı ile darwinci evrim teorisi çatıştırmamıza bir gerek olmadığını düşünüyorum. Bir inançlı pekala aynı zamanda evrimci olabilir çünkü. Dolayısıyla bu tartışmadan bize bir ekmek çıkmaz…

Boşlukların Tanrısı

3-Bu noktada Dawkinsin isabetli gördüğüm bir cevabını da belirtmeden geçmeyeceğim. Ateistlerin en sık eleştirilerinden birisi ise boşlukların tanrısı itirazıdır. Buna göre teistler bilimin açıklayamadığı bir şey gördüklerinde onu hemen tanrıya bağlıyorlar ve bir problemdeki tüm boşlukları tanrı ile açıklıyorlar. Mesela evrim mekan,zması başlamadan önce ilk hücrenin yahut tek hücreli canlının cansızlıktan nasıl evrildiği sorusuna bilimin tatmin edici bir cevabı yoktur. Yahut evrimsel süreçte geçiş formlarının bulunmadığı canlı tür veya özelliklerinden yola çıkılarak eksik cevapları tanrıyla doldurmaktadırlar. Bu noktada Dawkins şu örneği vermektedir; Örneğin bir hayvanın mükemmel şekilde uçtuğunu düşünelim. Dawkinse göre teistler tam bir uçuşu sağlayan kanatlara bakıp bunu tanrının yarattığını çünkü bunun indirgenemez karmaşıklığa sahip bir organ olduğunu savunduklarını söylüyor. Eğer seleksiyonla bu kanatlar evrilmişse bunların daha ilkel versiyonları hayvanlar aleminde bulunmalı idi. Ve bingoo, hayvanlar aleminde kimi hayvanların tam uçuş kimisinin yarı uçuş kabiliyetine sahip olduğunu bazısının ise hiç olmadığını görmekteyiz. Yarı uçuş hiç uçmamaktan iyidir, tam uçuş yarı uçuştan iyi ve daha mükemmel bir durumdur. Bu noktada Dawkins’e göre bazı organlara dair ilkelinden daha mükemmeline doğru her türlü kabiliyetin örneklerini hayvanlar aleminde görmemize rağmen bazı yetilere dair ilkel evrimsel düzeylerin ise çok eski dönemlerde yok olduğunu ve günümüze ulaşmadığını görmekteyiz. Fakat teistler günümüze ulaşmayan bu örnekler üzerinden yahut cevabını bulamadıkları bilimsel meselelerden doğan boşlukları tanrı açıklaması ile kapatmaktadırlar. Bu ise yanlışır. Dawkins’in boşlukların tanrısı eleştirisinde şahsen haklılık payı görüyorum. Gerçekten de birçok teist bu hataya düşmektedir.

Peki ama boşlukların tanrısı itirazına karşı teistler nasıl cevap veriyor? Şimdi birde buna bakalım. Anladığım kadarıyla iki cevapları var. Birincisi tasarım açıklaması varolan açıklamalar arasında en iyi olanıdır. Bu açıklama bilgisizlikten doğan bir açıklama değildir. Bilakis bilgimiz ne kadar artarsa bu tasarım açıklaması için daha iyi olacaktır. Dolayısıyla tasarım açıklaması bilgisizliğimizden doğan boşluklardan değil, bilgilerimizi bir araya getirdiğimizde olabilecek en iyi açıklamadır. İkinci cevap ise karşı tarafı burada benim uydurduğum bir şekilde ifade edersek “boşlukların bilimi” yapmakla eleştiriyorlar. Buna göre natüralist ateistler hakkında açıklama bulunmayan her mesele için kesin bir imanla birgün bilim bunu da elbet açıklayacaktır gibi, bilimin her şeyi açıklayan mutlak doğru bir şey olduğunu savunduklarını belirtiyorlar. Böylesi bir tavırda ise ateistler bilimin birgün boşlukları dolduracağına inanmaktadırlar. Aslında bunun teistik versiyondan bir farkı yoktur.

Antropik İlke: Gezegensel Versiyon (Dünya’da İlk Yaşam Nasıl Ortaya Çıktı?)

4-Dawkins, gezegenimizin hassas ayarlı bir konumda bulunduğunu kabul etmektedir. Eğer evrenin geri kalanında bulunan bildiğimiz tüm gezegenelr gibi bu hassas ayarların olmadığı bir ortamda gezegenimiz bulunsaydı burada yaşam ortaya çıkmayacaktı. Gelin görün ki koca evrenin bu ıssız köşesinde yaşamı var eden hassas ayarlı koşullar oluşmuş ve bu gezende yaşam ortaya çıkmıştır. Bu hassas ayarları açıklayan iki alternatif görüş vardır Dawkins’e göre biri tasarım görüşüdür. Buna göre tanrı bu hassas ayarları tasarlamıştır ve yaşam burada ortaya çıkmıştır. Diğeri ise antropik ilkedir. Bu tasarım görüşüne alternatiftir. Dawkins çok yerinde olarak teistlerinde mutemelen itiraz etmeyeceği şu ifadeyi kurar, “evrim, yaşam bir kez başladıktan sonra neşeyle olayı devralır. Ancak yaşam nasıl başladı?” sorusunu sorar. Yaşamın evrimi hayatın ilk oalrak ortaya çıkmasından tamamen farklı bir konudur, çünkü “hayatın başlaması sadece bir kez olmak zorunda olan(veya zorunda olmuş olan) eşsiz bir” olaydır.  Dawkins bu noktadan itibaren ilk kalıtımsal molekülün rastlantısal olarak ortaya çıkmasının insanların gözüne oldukça imkansız görünsede mümkün olabileceğini savunuyor. İlginç biçimde kimya alanındaki bilimsel gelişmelerin zamanla bu sorunu cevaplayacağına “inandığını” belirtiyor. Ama henüz kesin bir bilimsel cevabı olmadığını kabul ediyor.

Dawkins burada ilginç ya da tuhaf bir akıl yürütme yapıyor. Yaşamın ilk kez ortaya çıkışı ne kadar zor olursa olsun onun Dünya’da gerçekleştiğini biliyoruz, çünkü buradayız diyor. Yani evrende başka canlı taşıyan gezegenlerden haberimiz olmasa da en azından bir defalığına dünyamızda yaşamın kendiliğinden ortaya çıkabildiğinin kanıtı biziz diyor. Sonrasında istatistiklerle iddiasını temellendiriyor. Dawkins, sadece bizim galaksizmizde 1 ila 30 milyar arasında gezegen ve evrende yaklaşık 100 milyar galaksi olduğunu belirtiyor. İhtiyatlı olmak adına birkaç sıfırı silsek bile bir milyar kere bir milyarın evrendeki gezegen sayısı için ılımlı bir tahmin olacağını belirtiyor. Ardından DNA’ya eşdeğer bir şeyin bu sayıdaki gezegenlerden birinde, kendi ifadesiyle milyarda bir ihtimalle bile olsa ortaya çıkmasının mümkün olduğunu savunuyor. Açık yüreklilikle bu olasılığın “saçma şekillerdeki düşük ihtimal” olduğunu kabul eden Dawkins, tasarım açıklamasına alternatif olarak ilk yaşamın milyarlarca gezegen arasında dünyamızda ortaya çıkmasını tesadüf ile açıklıyor. Ona göre yaşamı doğuran şeyler ise biraz sıcaklık, biraz su ve bir tutam atomla oluşan kimyasal olgular dizisidir. Dawkins ilk yaşamın nasıl başladığı sorununu bir kez aştığımızda doğal seleksiyonun devreye girerek evrimsel süreçle canlı çeşitliliğini ortaya çıakrdığını belirtmektedir. Satır arasında bir yerde ilk yaşam gibi bilincinde bir diğer büyük problem olduğunu belirten Dawkins, bunun da bir miktar şansla aşılabileceğini savunmakta fakat daha fazla detaya girmemektedir. Halbuki bilinç tartışmaları bu sahadaki en büyük, önemli ve şahsen eğlenceli konulardan biridir. Dawkins’in kitabında bu konuya ayrı bir başlık açmasını beklerdim. Fakat kitap beklediğimin aksine birçok ciddi tartışmayı es geçmiş. Sonuç itibariyle Dawkins yaşamı mümkün kılan ilk ökaryotik hücre, bilinç ve hassas ayarlı bir gezegenin ihtiyacımız olan üç şey olduğunu ortaya koymuş ve antropik ilkenin milyarlarca gezegeninin verdiği şansla ilk yaşamın ortaya çıktığını savunmaktadır.

Kısaca Teistlerin Dawkins’in iddialarına ne cevap verdiklerine bakalım. Teistlere göre Dawkins’in içinde yaşadığımız kainatın bize varlık imkanı sağlaması karşısında şaşırmamalıyız, başka ifadeyle hassas ayarlı evrende yaşamın ortaya çıkma olasılığının rastlantısallığına bakarak şaşırmamalıyız çünkü en başta biz varız, buradayız, şeklindeki itirazı yanlıştır. Çünkü teistler hassas ayarların var olmama ihtimalinin açıklanmasını talep etmektedirler. Başka bir ifadeyle bizim varlığımız(yaşam) ile içinde bulunduğumuz gezegenin/evrenin nitelikleri(hassas ayarlar) nasıl birbirleriyle uyumludur? Bu soru bakın biz burada yaşıyoruz, öyleyse rastlantısallık ihtimali mümkündür demekle cevaplanmış olmuyor. Çünkü bize yaşam imkanı tanıyan bu evrende yaşadığımız için şaşırmamalıyız. Asıl şaşırtıcı olan hassas ayarların ortaya çıkma ihtimalinin aşırı derecede düşük olmasıdır ve bizim varlığımız bu “saçma şekillerdeki düşük ihtimal”i açıklamıyor. Teistler bir canlı hücresinin tesadüfen ortaya çıkmasının ve hassas ayarların istatistiksel olarak ortaya çıkma olasılığının imkansız düzeyde olduğunu iddia ediyorlar. Bu noktada teistler ile ateistler arasında bir olasılık ve istatistik savaşı var. Merak edenler teist sayfalarda bir hücrenin tesadüfen oluşma ihtimalini sağlayan proteinlerin bir araya gelme olasılığı hesaplamalarını ve hassas ayar istatistiklerini internetten bulabilirler. Bence iki tarafta bu rastlantısallığın çok çok düşük düzeyde olduğunu kabul ediyorlar. Fakat farklı yollara çıkıyorlar. Burda tercih sizin… Son olarak teistlerin çok mantıklı bulduğum bir itirazları var ki Dawkins bilinç konusuna girmediği için cevabını göremedik. Bu itiraza göre atomlar cansız, soğuk, şuursuz maddelerdir. Kendisinde yaşam ve bilinç özellikleri olmayan maddeler, nasıl bu canlılık özelliklerini ortaya çıkarabilir? Bir şey kendi potansiyelinde olmayan özellikleri nasıl ortaya çıkarabilir? Örneğin bir deveden tek ayak üstünde ürümesini, yada konuşmasını isteyemeyiz. Yahut bir avuç legodan gökdelen inşa edemeyiz veya bir avuç tahtadan canlı konuşan bir pinokyo çocuk ortaya çıkaramayız çünkü deve kendisinde tek ayak üstünde yürüme ve konuşma potansiyeline sahip değildir. Bir avuç lego miktar olarak gökdelen inşa etme potansiyeline sahip değildir. Ya da tahtalar konuşma, canlanma özelliğine sahip değildir ki öyle bir potansiyeli barındıran bir pinokyo çocuk ortaya çıkarsınlar. Son olarak ise hassas ayarlar üç beş taneyle sınırlı değildir, onlarca belki yüzlerce hassas ayarın tesadüfle açıklanması, hassas ayarlar arttıkça zorlaşmaktadır.(Bazı hassas ayarlara örnek:Yerçekimi kanunu,Elektromanyetik kuvvet, Güçlü nğkler kuvvet, zayıf nükleer kuvvet,Dünyanın konumu, Jüpiterin yerçekimi,gelgit hareketleri, Dünyanın dönüş ekseni eğimi…) Teistler bu çerçevede cevaplar vermektedirler. Şimdi Dawkinsten devam edelim.

Antropik İlke: Evrensel Vesiyon (Çoklu Evrenler Tartışması)

5-Dawkins bu başlıkta nasıl olupta sadece yaşam dostu bir gezegende değil aynı zamanda yaşama elverişli ve her yerinde aynı hassas ayarlı kanunların geçerli olduğu bir evrende bulunduğumuzu açıklamaya çalışmaktadır. Bu durum fizik kanunlarının yaşamın başlangıcından itibaren şimdiye dek yaşam dostu olmasını gerektirmektedir. Eğer fizik kanunları birazcık bile mevcut hassas ayarlarının dışına çıksa ve farklı olsaydı dünyamızda yaşam imkansız olurdu. Dawkins bu konuda Martin Rees’in Sadece Altı Sayı isimli eserini referans verir, bu eserde evrenin her yerinde aynı olan altı temel fiziksel sabit(hassas ayarlı) ele alınmıştır. Dawkins nasıl olupta evrenin her yerinde böylesi aynı hassas ayarların olduğu sorusuna yine iki açıklamanın olduğunu belirtir, biri tanrı/tasarım açıklaması diğeri ise antropik ilkedir. Dawkins, teistlerin tüm hassas ayarları “ilahi düğme ayarlayıcısı” ile açıklayan teistleri anlamakta zorluk çektiğini velirtir. Hatta onların neden böyle anlamsız bir görüşe kolayca inandıklarına dair bir iki teori de ortaya atar. Dawkins’in kendi görüşüne gelirsek; Antropik ilke bizim yaşama elverişli koşulların olduğu evrenimiz dışında başka milyarlarca evrenler öngörür. Yani çoklu evrenler vardır. Bu çoklu evrenlerin sahip oldukları hassas ayarlar ve fiziksel kanunlar bizimki ile aynı olmak zorunda değildir. Bu milyarlarca çoklu evrenin her birinin kendine hasas fiziksel kanunları ve ayarları olması pekala mümkündür. Bunlardan çok azında ise bizimki gibi yaşam dostu hassas ayarlara sahip evrenler bulunmaktadır. Devamında Dawkins çoklu evren modellerine girip üç modeli ele alıyor. Bunlar paralel evrenler, sıralı evrenler ve aynı anda hem paralel hem sıralı olan evrenlerdir. Burada bunların detayına girmeyi lüzumsuz buluyorum. İşin özü Dawkins tıpkı gezegen açıklamasındaki gibi evrendeki hassas ayarları açıklarken de milyonlarca çoklu evrenler arasından rastlantısal olarak içinde bulunduğumuz evrende yaşam dostu koşulların oluştuğunun güçlü bir olasılık dahilinde olduğunu savunuyor.

Dawkins çoklu evrenlere teistlerin bir itirazını şahsen mantıklı bulduğum bir cevapla birlikte ele alıyor. Teistler çoklu evren görüşünü hemde kanıtsız iken kabul etmenin müsrif bir lüks olduğunu belirtiyorlar. Ki onlarda bunda haklı ilk etapta. Ockhamlı William usturasına göre bakarsak ortadaki problemi cevaplarken daha büyük soru(n)lara yol açacak cevaplar vermek yerine en basit cevapları bulmamız gerekmektedir. Bu noktadan itibaren teistlerle ateistler arasında bir ustura tartışmasıdır başlar. Buna göre teistler çoklu evrenlerin evrenemizdeki hassas ayarlar problemini açıklamaktan uzak daha karmaşık ve büyük soru(n)ları beraberinde getiren bir açıklama olduğunu savunuyorlar. Teistlere göre çoklu evrenler gibi karmaşık, sorunu çözmekten çok yeni problemler üreten bir açıklama getirmek yerine “tanrı” açıklamasını işe koşmak daha basittir. Dawkins, çoklu evrenler görüşünün savurgan olduğunu kabul eder fakat bunun daha basit olduğunu savunur. Yani Dawkins’in cevabı  çoklu evrenler açıklaması, Tanrı açıklamasından daha basittir. Dawkins bunu şöyle ifade eder: “Evrimimize yol açması için özenle ve öngörüyle ayarlanmış bir evreni tasarlama kapasitesine sahip herhangi bir Tanrı, karşılamakla yükümlü olduğu açıklamadan daha büyük bir açıklamaya gereksinim duyan en üst düzeyde karmaşık ve olasılıksız bir varlık olmalıdır.” Dawkins itirazını somutlaştırarak gigazilyonlarca bağımsız elektronun hepsini bir doğa üstü gücün nasıl idare ettiğine dair soracağımız her sorunun daha büyük problemler ortaya çıkaracağını belirtir. Örneğin sadece Tanrının görme özelliğine bakarsak, Tanrı her bir taneciği nasıl bir görme kabiliyeti ile her an gözlemleyebilmektedir, bu açıdan tanrı nasıl bir görme mekanizmasına sahiptir? Dawkins bu itirazını şöyle dillendirir: “Evrendeki her bir parçacığın tek tek özgün konumlarını hiç durmadan gözetleme ve kontrol edebilme yeteneğine sahip bir Tanrı “basit” olamaz. Varlığının kendisinin doğrulanması, jumbo boyda bir açıklama gerektirecektir. Daha kötüsü (basitlik görüş açısıyla), Tanrının devasa bilincinin diğer köşeleri, eş zamanlı olarak her bir insanın(ve bizimkinde ve 100 milyar başka galakside bulunan gezegenelrde olabilecek akıllı uzaylıların) her birinin yaptıklarıyla, duygularıyla ve dualarıyla meşgul olacaktır.” Dawkins bu karmaşıklığa karşın çoklu olsa da her yerinde tamamen aynı elektronların ve atom altı parçacıkların bulunduğu evrenler açıklamasının daha basit olacağını savunmaktadır. Nitekim bilindiği üzere evrendeki her şey  temel parçacıklarıdan oluşur ve bu parçacıkların sayısı son derece fazla iken parçacık türleri oldukça az ve sınırlıdır. Dolayısıyla Dawkins’e göre çoklu ama basit parçacıklı yapıdaki evrenelr daha basit bir açıklamadır.

Peki Dawkins’in iddialarına teistlerin cevabı nedir? Ünlü, yanılmıyorsam Hristiyan, Teist Richard Swinburne,  “varolan diğer tüm maddelerin var olmalarının ve var kalmalarının sadece tek bir madde yani Tanrı yüzünden” olduğunu savunur. Bir müslüman için Tanrıyı madde olarak nitelemesi kafa karıştırıcı olsa da, Swinburne teizmin politeizmden daha basit olduğu için daha doğru olduğunu ve mantıken mümkün olan her şeyi yapan ve bilen tek bir tanrının birden fazla evren varsaymamıza yer bırakmadığını savunur. Swinburne’ye göre “Evrenin niteliklerini açıklayabilmek için tek bir varlığın(Tanrı) varlığını kabul etmek yeterliyken birbiriyle nedensel olarak bağlı milyarlarca evreni var kabul etmek, çılgınca bir şey”dir. Bu noktada bütün teist dinler hemfikirdir. Teistlerin bir diğer cevabı çoklu evrenler varsa bunları üreten bir mekanizma da olmalıdır. Bu durumda o mekanizma nasıl var olmuştur? Onu vareden Tanrı mı yoksa rastlantısal koşullar mı? Eğer öyleyse böylesi bir evren üreten mekanizmayı var eden bu rastlantısal koşullar nasıl ortaya çıkmıştır? Bu noktada teistler de ateistlerin verdikleri çoklu evrenler cevabının bir kaçamak ve basitlikten uzak bir cevap olduğunu savunmaktadırlar. Ünlü Müslüman Teist Hamza Andreas Tzortis ise Dawkins’in “tanrı açıklaması basit değil” itirazını bir örnek üzerinden çürütmeye çalışır. Tzortis’e göre insan bir arabadan daha karmaşık bir mekanizmaya sahiptir. Fakat insanın daha karmaşık yapıda olması onun daha az karmaşık olan arabaları icat etmesine engel değildir.  Tzortis ayrıca karmaşık niteliklerin varlığının daha karmaşık bir varlığı gerektirmediğini savunmaktadır. Örneğin bir ustura da ve ondan daha karmaşık yapıdaki bir traş makineside aynı işi yapmaktadır. Hatta ustura meyve veya karton kesme gibi başka işlevlerede sahip olabilmektedir. Tzortis, Tanrı’nın daha basit bir açıklama olduğunda ısrar ederek İslamdaki Tanrı’nın basit ve anlaşılabilir bir tanrı olduğunu savunmaktadır. Buna Kuran’daki Allah’ın tek olduğu, çocuğu olmadığı, hiçbirşeye muhaç olmadığı doğmadığı, hiçbir şeyin ona benzemediği şeklindeki ayetler üzerinden delil getirmektedir. Hakikaten de Dawkins ve Swinburne Müslüman bir zihnin anlamayacağı bir şekilde fiziki özellikleri olan bir Tanrıdan bahseder gibi görünmektedirler. Son olarak Anthony Flew’de Tanrı kavramının basitliğini şu şekilde savunmaktadır: “(Tanrı fikri) o kadar basit ve anlaşılabilir bir fikirdir ki bütün semavi dinlerin bağlıları tarafından anlaşılmıştır.” Son olarak Hamza. A. Tzortis’in çoklu evrenler görüşüne itiraz için verdiği şu örneği vermeden geçmeyeyim. Tzortis, evren sayısı ne kadar çok olursa yaşam dostu bir evrenin ortaya çıkma olasılığı o düzeyde artacaktır, iddiasına Bruce Lee üzerinden bir örnekle itiraz getirmektedir. Tzortis bu iddianın bir tabloya eğer çok defa mürekkep fırlatırsak bir tanesinde Bruce Lee’nin resminin ortaya çıkabileceğini iddia etmek kadar absürt olduğunu savunmaktadır.

Dawkins, Antropik ilke eksenli temel görüşlerini ortaya koyduktan sonra tasarım görüşüne karşı biyolojide sahip olduğumuz Darwinci açıklamaya eşdeğer kesinlikte ve çarpıcılıkta bir kanıtımızın henüz fizikte bulunmadığını yinede itiraf ediyor. Dawkins bu noktada çoklu evrenler teorisinin, darwinciliğin biyoloji için yaptığı açıklayıcılık görevinin bir benzerini fizik için prensipte yapacağını belirtiyor. Ancak Darwinciliğe nazaran çoklu evrenler teorisinin daha az tatmin edici ve daha çok şansa/rastlantısallığa ihtiyaç duyduğunu açıkça ifade ediyor. Naturalist ateizme yakışır bir biçimde Fizikte de bir gün biyolojideki Evrim teorisine benzer büyük bir açıklamanın/keşfin yapılacağına dair “umudumuzu” asla yitirmememiz gerektiğini belirtiyor.

Buraya kadar Tanrı Yanılgısı eserinin 3. ve 4. bölümlerini değerlendirdim. Şimdi çerezlik değil de daha temel tartışmaları kapsadığını düşündüğüm 6. bölümü de ele alıp yazımı sonlandıracağım. Aslında Dawkins 6. ve 7. bölümlerde ahlak konusunu ele alıyor. 7. bölümde genel olarak dinlere saydırmış. Dinlerin ahlak anlayışlarının günümüzde geçerliliğini yitirdiğini İncil ve Tevrat ağırlıklı yaptığı alıntılarla ispatlamaya girişmiş. Ahlakın bu yöndeki bir tartışması beni ilgilendirmediği için ahlakın kökenini ele aldığı 6. bölümü karşılaştırmalı bir incelemeye almaya çalışacağım.

Ahlakın Darwinci Kökeni

6-Temel ontolojik sorularımızdan birisi de ahlakın varlığıdır. Ahlak neden vardır? Kökeni nedir? Dawkins ahlakın kökenini darwinci evrimle açıklıyor. Buna göre ahlak bizim hayatta kalmamızı sağlamak için ortaya çıkmıştır. Ahlaki kurallar, binlerce yıllık darwinci geçmişimiz boyunca insan beynine kazınan ve varlık sebebi bizi hayatta tutmaya çalışmak olan kurallardır. Dawkins bu noktada ünlü bencil gen söylemini kurar. Buna göre bir tür, organizma grubu ya da ekosistem bencil değildir, genlerimiz bencildir. Burada bencillikten kasıt bizi yaşamda tutma çabasıdır. Genler bizi hayatta tutmaya yarayan ahlaki eğilimleri, sezgileri kopyalayarak sürekli bir sonraki nesile aktarır ve zamanla o sezgiler görünür hale gelerek ahlaki kuralları oluşturur. Genler, canlı bireylerini bencil olmaya programlamaktadır. Bu açıdan cinsellik, korku veya açlığı doğal seçilimle rahatlıkla açıklamaktayız. Tüm bunlar sağ kalmamızı sağlamaktadır. Fakat evrimci ahlakın önünde önemli bir problem vardır, o da özgeci ahlaktır. Kendi çocuklarımıza karşı iyi kalpli olmak, bir depremzedeye ismimizi vermeden maddi yardım göndermek, acıdan inleyen bir hayvana merhamet etmek gibi duygular kendimizi değil karşımızdakini düşünmekle sonuçlanmaktadır. Dawkins bu gibi durumları temelde genlerimizin “bencilce sağ kalmayı canlılarının, başkasının yararını düşünen bir şekilde davranmasına etki ederek sağlama almaya” çalışmasıyla açıklamaktadır.  Dawkins kısaca böyle açıklasa da meseleyi merhamet, iyilik, ahlak, namus, duygudaşlık gibi ahlaki eğilimlerimizin sağ kalmamızla dolayısıyla evrimci ahlakla ne ilgisi vardır? şeklinde derinleştirmektedir. Dawkins bu probleme dört ayrı teoriyle cevap vermeye çalışmaktadır.

Birincisi, merhamet gibi duygular genetik akrabaları kayırma yada onlara karşı özgeci davranma davranışı şeklinde ortaya çıkmaktadır. Genlerimiz bizi akrabalarımız yararına davranmaya programlar ve muhtemelen bu genlerimiz akrabalarımızda da mevcuttur. Kısaca bunun sebebi kaynakları paylaşarak ve yardımlaşarak hayatta kalma şansımızı artırmaya çalışmaktır. İkincisi karşılıklı özgeciliktir. Bu kısaca sen sırtımı kaşı bende seninkini kaşıyayım mantığıdır. Doğada çok rastlanılan bu durumun yine sebebi karşılıklı sağ kalma çabasıdır. Hayatta kalma güdümüzle çelişir gibi görünen ahlaki erdemlerin üçüncü sebebi ise üne sahip olma isteğidir. Bir birey kaypaklık ve aldatmada, bir başkası cömertlikte, bir başkası acımasız cezalandırması ile ünlü olabilir. Dil ve dedikodu sayesinde bu bilgiler yayılır ve sağ kalma şansımızı artırır. Örneğin Dawkins’in ifadesiyle “X kişisinin barda sıra kendisine geldiğinde hesabı ödememesinden kişisel olarak zarar görmüş olmanıza gerek yoktur.” Kısaca üne sahip olmanın hayatta kalma değeri yüksektir. Dolayısıyla cömertlik, merhamet gibi bencil genlerimizle çelişen erdemler ortaya çıkmaktadır. Dördüncüsü taklit edilemez reklam ya da baskınlığını sürdürme çabasıdır. Mesela eski çağlarda kabile reisleri rakipleriyle israf düzeyinde ziyafet verme yarışına girerlerdi. Öyleki ziyafet bittiğinde ellerinde malları kalmazdı. Ancak baskınlığını böylelikle sürdürürlerdi. Yahut bir ötleğen kuşunun arkadaşını beslemesinin sebebi zamanı geldiğinde onun da kendisini besleyeceği beklentisi veya genetik akrabalık değildir. Bunun sebebi baskın ötleğenlerin astlarını savunarak baskınlıklarını devam ettirme çabasıdır. Dawkins insanoğlunun tarih öncesi zamanlarda köylerde yahut babunlar gibi ayrık hareketli gruplar halinde yaşadıklarını belirtir. Muhtemelen grup üyeleri birbirinin akrabasıdır. Bu koşullarda özgeci ahlaki erdemlerin evrimleşmesi yüksek ihtimaldir. Tarihöncesi atalarımızın neden kendi grup üyelerine iyi ve grubundan olmayanlara ise kötü olduklarını anlamak kolaydır. Fakat günümüzde iş değişmiştir. İnsanların çoğu köylerde değil büyük şehirlerde yaşamakta ve birbirlerini tanımamaktadır. Ancak buna rağmen tanımadıklarına yahut grup dışı denilebilecek bireylere bile merhamet, iyilik, özgecilik gibi davranışları sürdürmektedirler. Bunun sebebi nedir? Dawkins bunu doğal seçilimin yanlış çalışması yahut yan ürünü olduğunu savunmaktadır. Yani merhametli insani dürtülerimiz evrimsel mekanizmamızın yanlış çalışması sonucu vardır. Burada amacının bu erdemleri aşağılamak değil darwinci anlamda yanlış anlaşılma olduğunu ifade etmektedir. Doğal seçilim, atalarımız zamanında beyinlerimize cinsel dürtüler, açlık dürtüleri, yabancı düşmanı dürtüler vb. dürtüler yanında özgecil dürtüleri de programlamıştır. Örneğin cinselliğin amacı türümüzü devam ettirmek iken atalarımızdan kalan bu programlanmışlık sayesinde doğum kontrol hapı kullanan bir kadınla da ilişkiye girebiliriz. Bu durumun aynısı şefkat, merhamet, özgecilik gibi duygular için de geçerlidir. Dawkins bu açıklamasıyla merhamet ve cömertlik gibi duyguları küçümsemediğinin altını çizmektedir. Bu noktada aklıma şöyle bir soru gelmiyor değil; Dawkins bir yandan iyilik ve merhamet duygularının sırf dışarıdan bir dayatma olmadan bilinçli bir tercihle yapmayıp tanrı emrettiği veya tehdit ettiği için yapıyorlar diye teistleri küçümserken öte yandan bu gibi duyguların evrimsel sürecin bir gereği olduğunu söylemesi bir çelişki değil midir?Çünkü bu durumda da doğal seçilime uğramış genlerimiz öyle programladığı için iyi olmuş oluyoruz, kendi bilinçli tercihimizle değil. Peki insanın özgür iradesi nerede diye de ayrıca sormadan edemiyor insan? Yoksa ahlaki eylemlerimizde özgür iradenin bir rolü yok mudur Dawkins’e göre?

Buraya kadar ahlakın darwinci kökeni ve bu süreçte ortaya çıkan yan ürünleri ele aldık. Dawkins son olarak Harvard’lı bir biyolog olan Marc Hauser’in yaptığı düşünce deneyleri üzerinden kendi evrimci ahlak görüşünü temellendirmeye çalışıyor. Hauser, “durdurulamayan bir tren bir yol ayrımına gelmiştir, bir tarafta beş kişi diğer tarafta bir kişi tuzağa düşmüştür, treni hangi tarafa sürersiniz?” veya “bir odada organ nakli bekleyen ve ölmek üzere olan beş hasta var, bir tane de sağlıklı adam var, beş kişiyi kurtarmak adına sağlıklı adamı öldürüp organalrını hastalarına verir misiniz?” gibi sorular hazırlamıştır. Bu sorulara, sorulan kişide ahlaki ikilemi artıracak daha fazla detaylar eklemiştir. Farklı özelliklere sahip insanlarda sorulara alınan cevaplar genellikle aynı olmuştur. Dawkins bu sonucun tam da eğer “beyinlerimize kazınmış” bir ahlaki eğilim varsa beklememiz gereken bir sonuç olduğu yorumunu yapmıştır. Hauser de milyonlarca yıl boyunca evrimleşmiş zihinlerimizin bir yeteneği olarak görmüştür bu sonuçları. Dawkins, düşünce deneylerine verilen cevaplar üzerinden cevap verenlerin detaylıca düşünmeyip ahlaki sezgilerle hareket ettiklerini savunmaktadır. Bu noktada Kant’ın ahlaki mutlak anlayışını da eleşiren Dawkins kantçı ahlakı, ahlakın kökeni olması ihtimali bakımından eler. Kant’a göre ahlaki eylemler rasyoneldirler. Sırf rasyonel oldukları için sonuçlarına bakmadan yapılmalıdırlar. Kant, rasyonellik üzerinden bir evrensel ahlak anlayışı kurmaya çalışır. Bu durumda Dawkins, düşünce deneylerine verilen cevapların benzer oluşunun rasyonellik ile değil binlerce yıllık evrimsel süreçle zihnimize kazınmış ahlaki eğilimler sebebiyle olduğunu savunur. Çünkü soru yöneltilen kişiler çok düşünmeden sezgisel olarak sorulara cevap vermişlerdir.

Teistlerin yaklaşımına bakalım şimdi de. Teistler biyolojinin ahlakı açıklamayacağını savunmaktalar. Çünkü eğer ahlak biyolojiye bağlıysa yaşanacak biyolojik değişmelerde ahlakta değişmelidir. Örneğin bir hemşire köpekbalığı ile aynı koşullarda yetiştirilmiş olsaydık kendi partnerimize tecavüz etmemizde ahlaki bir problem bulunmamalıydı. Fakat görünen o ki Dawkins, Doğal Seçilime dikkat çekiyor ve ahlakı doğal seçilimle sıyrılan genlerimizin programlaması biçiminde açıklıyor. Teistlerin buna cevabı ise şudur: Doğal Seçilim, en fazla bize hayatta kalmamızı ve yaşamımızı devam ettirmemizi sağlayacak çeşitli toplumsal düzenlerde bulunma ve  ahlaki kuralları formüle etme kapasitesi kazandırabilir. Ancak genlerimiz bir değer yargısına sahip değillerdir. Değerleri belirleyen bizim özgür irademizdir. Özgür iradeyle bağlantılı olarak Teizmin bir değer cevabı ise ahlaki farkındalık mevzusudur. Dawkins’ten alıntıladığımız örnekten devam edersek, Baskın bir ötleğen kuşunun arkadaşına iyilik yapması, onun o davranışa programlanmış olması sebebiyledir yoksa iyiliğin farkında olarak, kötülük seçeneğine karşın bilinçli bir tercihle iyiliği seçerek arkadaşına yardım etmemiştir. Başka bir örnekle devam edersek mesela bir işçi arının kraliçe arı için canını feda etmesi öyle programlanması sebebiyledir, yani yaptığı tercihin farkında değildir. Çünkü işçi arı bu tercihi yaparken bilinçli bir şekilde doğru yanlış, iyi kötü gibi bir farkındalığa sahip değildir. Nitekim böyle bir farkındalığa sahip olsaydı canını feda etmemeyi de seçebilirdi. Boğulma riski yüksek bir bataklık zeminli nehirde boğulmak üzere olan bir çocuğu kurtarmak için, kendisi de boğulma riskini göze alarak suya atlayıp çocuğu kurtaran bir adamın aldığı risk bilinçli ve farkındalığı olan bir tercihtir. Böylesi tehlikeli bir durumda kimi insanlar çocuğu kurtarmamayı seçebilirdi. Böylesi bir ahlaki farkındalığa sahip davranış ile bir arının canını feda etmesindeki farkındasızlık durumu kıyaslanamaz. Dolayısıyla doğal seçilim insanı ahlaki bir kapasiteyle donatsa da özgür iradesine tamamen yön veremez. Teistlerin görüşü özetleyebildiğim kadarıyla böyledir. Şimdi kaldığımız yerden devam edelim.

Eğer Tanrı yoksa İyi Olmak Niye?(Euthyphro İkilemi)

7-Dawkins, başlıktaki soruyla tartışmasına devam ediyor. İnançlı insanların kendilerine alaycı bir şekilde bu soruyu yönelttiklerini belirten Dawkins, sırf Allah korkusu yahut polis ve cezai yaptırımlar korkusu olmadan da ahlaklı olunabileceğini belirterek dışsal bir etkenden korktukları için ahlaklı olan teistlerin bu tavrının aslında ahlaki olmadığını belirtiyor. Einstein’den alıntıladığı şu sözle görüşünü temellendiriyor: “Eğer insanlar sadece cezalandırılmaktan korktukları ve ödüllendirileceklerini umut ettikleri için iyi kalplilerse, o halde gerçekten çok acınacak haldeyiz.” Dawkins, eğer Tanrının yokluğunda “hırsızlık,cinayet ve tecavüz suçlarını işleyeceğinizi” onaylıyorsanız ahlaksız bir insan olduğunuzu ifşa etmişsinizdir, demektedir. Yok eğer ilahi bir gözetim olmadan da iyi bir insan olunabileceğini söylüyorsanız Tanrının varlığının iyi bir şeyler yapmamız için gerekli olduğu şeklindeki iddianızın çökeceğini savunmaktadır. Dawkins, Tanrı inancı olmayınca hemen ahlaksız, bencil, kendi menfaatine düşkün insanlara dönüşeceğimizi düşünüyorsanız bunun bir özsaygı düşüklüğü olacağını haklı olacağını belirtmektedir. Dawkins kısaca ahlaklı olmak için dine ve Tanrıya gerek olmadığını, bir ateistinde pekala bir inançlı insandan daha ahlaklı olabildiğini belirtmektedir. Dawkinsin bu görüşüne katılmamak elde değil. Fakat ben hiçbir zaman iyi olmak için Tanrıya inanmak zorundayız, yahut ateistler ahlaklı olamazlar gibi keskin bir düşünceye taraf olmadım, hatta inançlı insanlardan da hiçbir zaman böyle bir şey duymadım. Hatta bir defasında Türkiyedeki Ateistler derneğinin düzenlediği bir seminerde, sosyal medyada “uçaktaki ateist” adıyla ünlü olan konuşmacının Müslümansanız ahlaksızsınız, çünkü ahlaksız bir kitaba iman ediyorsunuz, gibi keskin bir görüşe taraftar olduğunu işittiğimde hayretler içinde kalmıştım. Muhtemelen iki taraftan da bu konuda birbirine aşırı önyargılı insanlar var, fakat bunun çoğunluğu yansıttığına şüpheliyim. Dawkins haklı olarak bencil ve suç içerikli davranışlardan uzak durmamız için Tanrı veya birbirimizin kontrolüne gerçekten ihtiyacımız olup olmadığını soruyor. Nitekim iç denetime sahip insanlar, dış denetimler olmadan da pekala ahlaklı olabilmektedirler. Ama bu tür insanların sayısı sanırım oldukça az. Çok detaya girmek istemiyorum ancak bazı şeyleri Dawkins’in zihin dünyasını daha iyi görebilmek için yazıyı uzatma pahasına buraya not almak istiyorum. Dawkins Kanada Montreal’de 1969’da polislerin greve gittiği bir eylemi örnek veriyor. Polislerin olmadığı bir günün sonunda 6 banka soygunu, 100 dükkan yağması, 12 kundaklama, bazı cinayet ve vandalist eylemler gerçekleşiyor. Dawkins bu örnekten hareketle Montreal nüfusunun büyük çoğunluğunun büyük ihtimalle Tanrıya inandığını, fakat polisler geçici olarak sahneden kaldırıldığında Tanrı inançlarının insanları bu kötülüklerinden alıkoymadığını belirtiyor. Dawkins, iyi bir insan olmak için Tanrı inancına ihtiyacımız var görüşünü sınamak için doğal bir deneyin böylelikle yaşandığını belirtiyor. Dawkins devamında dindarlığın ahlakla doğrudan bir ilişkisi olmadığını, ama ateizmin doğrudan ahlakla ilişkisi olduğunu savunur. Ona göre ateizm yüksek eğitim, zeka ve özgür düşünceyle irtibatlı olduğu için böyle bir insanın canice dürtülere karşı koyma ihtimali yüksektir, demektedir. Dawkins, hızını alamaz ve hapishanelerdeki ateist sayısının çok çok az olduğunu ima eder. Bu tarz yorumları girişte de belirttiğim gibi “sidik yarıştırmak” olarak görüyorum. Ve maalesef objektif kalmaya çalışarak söylüyorum bunu; üç dört bölümü dışında kitabın geri kalanı bu tarz oldukça göreceli ve yanlı tartışmalarla dolu. Hani mesela ateistlerin yahut dindarların daha ahlaklı olduğunu ispatlamanın tanrının varlığı ya da yokluğu hakkında bir şeyi değiştirmeyeceği kesindir. O yüzden kitap temel ateist argümanları tartışması açısından bence yetersiz kalmış. Birçok ciddi mesele es geçilmiş. Şimdi Teistlerin karşı cevaplarına bakalım.

Teistler bir ateistin de gayet ahlaklı olabileceğini kabul ediyorlar. Ki bizde buna hayatımızda tanıklık etmişizdir. Öyle dindar görünümlü insanlar vardır ki dinsiz denilenlerinden kat be kat ahlaksızdırlar. Dawkins’in dediği gibi şayet bir Teist yaptığı iyiliğe Tanrı olmasaydı devam etmeyeceğini söylüyorsa o kişi gerçekte ahlaksızdır. Fakat temelde Teistler insanın doğuştan ahlaki kapasiteyle donatıldığını(ahlaklı doğdukları değil buna dikkat) haliyle bir teistin ahlaksız olabileceği gibi ateistinde ahlaklı olabileceğini belirtiyorlar. Bunu bebek deneyleriyle(bazısını görmek için buraya tıklayın.) ispatlamaya çalışıyorlar. Bu deneyler sonucunda bebeklerde iyilik ve kötülüğe meyilli bir ahlak kapasitesi olduğu anlaşılıyor. Mesela bebeklerin çoğunluğu haksızlık yapan kuklayı cezalandırma eğilimine giriyorlar. Buda adalet talebinin yahut adalete eğilimin olduğunu gösteriyor (Yine dikkat edin adil olarak doğuyorlar demiyorum). Yani zihnin boş bir levha olmadığı, insanın bir ahlak kapasitesiyle doğduğu anlaşılıyor. Dolayısıyla ateistlerin ahlaklı olması anlaşılabilir bir durumdur. Teistler ayrıca bu deneylerden hareketle insanı ahlaki kapasiteyle programlayanın Tanrı olduğunu savunuyorlar. Çünkü şayet bir Tanrı ve Tanrının bizi iyilik ve kötülüklerle hesaba çekeceği durumu varsa bu beklenebilir. Tartışmayı bu noktadan itibaren biraz derinleştirelim. Dawkins “eğer ilahi bir gözetim olmadan da iyi bir insan olunabileceğini söylüyorsanız Tanrının varlığının iyi bir şeyler yapmamız için gerekli olduğu şeklindeki” iddianın çökeceğini savunuyor demiştim. Eğer Dawkins’e hak verirsek eğer iyilik ve kötülük Tanrının dışında vardır dememiz gerekecektir. Tarihte bu yönde meşhur bir tartışma vardır. Euthyphro İkilemi denilen bu probleme değinmeden geçmemeliyim diye hissediyorum. Bu ikileme göre “Bir şey, Tanrı emrettiği için mi ahlaki açıdan iyidir, yoksa ahlaki açıdan iyi olduğu için mi Tanrı onu emreder?” Bu ikilem Teistler için bir sorun oluşturuyor. Çünkü şu iki şeyden birine inanmaları bekleniyor:  ahlak ya Tanrı tarafından tanımlanmış bir şey olacak ya da Tanrı’nın emir ve buyrukları dışında, ondan bağımsız bir şekilde var olan bir şey olacak. Eğer ahlak Tanrının emirlerine bağlı bir şeyse iyilik ve kötülük dediğimiz şeyler keyfidir. Eğer durum böyleyse bizim nesnel kötü diyeceğimiz bir şey kalmayacaktır. Yani buna göre masum çocukları öldürmek kötü değildir. Çünkü onun kötü olduğunu Tanrı keyfi olarak seçmiştir. İkilemin diğer tarafında ise ahlak öyle bir tanımlanmıştır ki iyilik ve kötülük Tanrının tabiatından kopuk, onun dahi kendisine uyması gereken bir kriter halini almıştır. Eğer bu kabul edilirse Tanrının mutlak kudret sahibi olmadığı anlaşılacaktır. Teistler bu noktada üçüncü bir seçeneğinde olduğunu savunmaktalar. Buna göre Tanrının kendisi bizatihi iyidir. İyilik Tanrının tabiatına içkindir, Tanrı iyidir. Dolayısıyla bir çocuğu öldürmek keyfi olarak değil Tanrı iyi olduğu için kötüdür. Tanrı iyidir, iyiliğin standardı kendisine göre belli olandır. Sanırım bu tartışmaya girerek Dawkins’ten biraz uzaklaştım ama olsun bunlarda burada not olarak kalsın. Tekrar Dawkins’e dönelim.

Tanrı Yoksa İyilik ve Kötülüğün Ölçüsü Nedir?

8-Dawkins’in ahlak konusunda girdiği önemli sayılabilecek bir diğer tartışma konusu Tanrı yoksa ahlaki standartları neye göre belirleyeceğiz sorusudur. Yani dünyanın en iyi insanı olabilirsiniz ancak iyi ve kötülerinizi neye göre belirleyeceksiniz? Dawkins, ahlak göreceli ise Hitler neden ahlaksız olsun sorusunun sorulduğunu belirtiyor. Dediğine göre, Teistler iyi yönde olma dürtüsü nereden gelirse gelsin Tanrı olmadan neyin iyi neyin kötü olacağına karar vermek için bir standart olmayacağını savunmaktadırlar. Dawkins ise ahlaklı olmak için Tanrıya ihtiyacımız olsaydı bile bunu Tanrının varlığını gerektirmeyeceğini savunuyor. Teizm, Dostoyevski’nin “Tanrı yoksaa her şey mübahtır.” sözünde ifade edildiği biçimde Tanrı yoksa ahlaki nesnelliği veya ahlakın rasyonel temelinin olamayacağını savunmaktadır. Sonuç olarak Dawkins, ahlakın göreceliğini savunuyor, Ahlaki değerlerin mutlak olmadığını belirtiyor. Bu noktada dinlerin Tanrıdan hareketle mutlakçı/evrensel bir ahlak anlayışı ortaya koymaya çalıştıklarını, dinler dışında bu tür mutlakçı bir ahlak anlayışı oluşturmanın zorluğuna dikkat çekiyor. Kant’ın dinsel olmayan bir mutlak ahlak üretmeye çalıştığını fakat bundan yeterince başarılı olamadığını belirtiyor. Bunun gibi faydacıların sonuç temelli ahlak anlayışlarının da böyle bir mutlak ahlak üretmeye yeterli olmadığını savunuyor. Bu noktada Dawkins’e katılıyorum. Faydacılar açısından sorarsak neden toplumun faydasını düşüneyimde kendi faydamı öne almayayım, yahut Kant açısından bakarsak neden bir gün bana da aynı iyiliğin yapılacağı umuduyla yerde bulduğum para dolu bir cüzdanı sahibine iade edeyim ki? Burada bağlayıcı olan nedir? Dawkins’te bu tür bir mutlak bağlayıcılığın olmadığını haklı olarak belirtiyor. Dawkins, Tanrı olmadan ahlak görecelidir diyen Teistlerin, İncil ve Tevrat ağırlıklı yaptığı bir inceleme ile (Bölüm 7) kendi kutsal kitaplarındaki ahlak anlayışından haberdar olmadıklarından ve ahlaklarını onlar dışında bir yerlerden aldıklarını ortaya koyuyor. Sadece bir örnek verirsek Tevratta Lut Peygamberin kendi kızlarıyla yaşadığı iddia edilen ensest ilişki örneğini getirerek Teistlerin bunu normalde savunamayacaklarını, bunun da onların kendi ahlaklarını kutsal kitaplarından almadıklarını gösterdiğini belirtmek için kullanıyor. Buraya kadar kitapta ateizm savunusuna dair temel argümanları barındırdığı son kısmı da aktarmış oldum.

Şimdi Teistlerin cevaplarına bakalım. Dawkins her ne kadar bunun bir problem olmadığını düşünselerde Teistler ahlakın göreceliği olmasının problem olduğunu düşünüyorlar. Onların ilk itirazları neden ahlaklı davranışları seçelim sorusudur. Dawkins’in iddia ettiği gibi genlerimiz bizi o yönde programladığı için mi ahlaklı olmalıyız? Eğer böyleyse bir insanın kendi hayatını riske atıp başka bir insanı kurtarması doğal seçilimci sağ kalma arzusuyla çelişmeyecek midir? Görülüyor ki evrimsel programımız bizim neden iyi veya kötü bir davranışı seçip seçmememizde bağlayıcı olamıyor. Kantçı ahlaka ve faydacı ahlaka da değindim yukarıda. Kısaca belirtirsem, kendimiz için istemediğimizi başkası için de istememeliyiz, bu sebeple ahlaklı olmalıyız ki yarın öbür gün benzeri bir sorun bizim de başımıza gelmesin. Bu anlayışı evrimci ahlakı benimsemeyen ateistlerin büyük çoğunluğu benimser. Fakat bu Kantçı yaklaşım da bizi yeterince bağlamaz. Neden bağlasın? Üstteki örneği tekrar verirsem yerde bulduğum para dolu bir cüzdandaki paralara o an ihtiyacım varken, yarın bir gün benimde cüzdanım düşer de biriside benim cüzdanımı geri getirir uzak umuduyla neden sahibine teslim edeyim? Burdaki ahlaki bağlayıcılık da nihayetinde görecelidir. Bunun gibi hangi ahlak teorisi getirilirse getirilsin Teistler onların ahlaki bağlayıcılığı mantıklı bir şekilde izah edemediğini savunmaktadırlar. Peki Teistlerin çözümü ne? Tanrı. Şayet her şeyi gören, işiten, bilen, bizi yaptıklarımız sebebiyle hesaba çekecek olan, ödül ve ceza verecek olan bir Tanrı bu evrenden bağımsız olarak varsa, böyle bir Tanrı sebebiyle ahlaki kurallar bizi bağlar. Dolayısıyla yerde bulduğum cüzdanı sahibine teslim etme gerekliliği, yahut bunu tercih edişimiz Tanrı sebebiyle mecburidir. Bu çerçevede Teistler ahlaki bağlayıcılığı rasyonel temelde açıklarlar. Buna bağlı olarak Tanrı yoksa ahlaki nesnelliğinde olamayacağını söylerler. Dawkins her ne kadar evrimsel kodlarla bir ahlaki programımız olduğunu savunsa da bu kodlar biyolojik değişimlere bağlı olarak değişecektir. Başka bir ifadeyle naturalist ateistler doğaya bakıp ahlaklarını temellendirirler. Örneğin eşcinsellik kötü değildir, çünkü doğada vardır derler. Hatta bu görüşü savunan dürüst ateistler tutarlılıklarını kaybetmemek adına ensest ilişkinin de doğa da olduğu için meşru olabileceğini kabul ederler (Örneğin Amerikalı ünlü ateist Lawrence Krauss bunu ifade eder). Bu durumda Teistler de haklı olarak Hitlerin neden ahlaksız olduğunu sorarlar? Örneğin doğada kimi hayvanlar sakat yavrularını, sağlıklı yavrularına daha fazla kaynak ayırmak için öldürürler. Bu durumda engelli bireyleri gaz odalarında katleden Hitlerin bu davranışı neden gayrı ahlaki olsun? Dawkins ahlak Tanrıyı gerektiriyorsa bile bu Tanrının olduğu anlamına gelmez der. Bu durumda Tanrı var’mış gibi mi ahlakımızı temellendireceğiz? Bir diğer problem güdüleriyle, tamamen öldürme duygusuyla başka bir insanı öldüren bir katilin bu davranışı neden gayri ahlaki olsun?(Bu örneğin absürt olduğunu mu sanıyorsunuz, öyleyse Ceren Özdemir cinayetini inceleyin derim.) Bu adam kendini tamamen güdülerimle hareket ettim derse ne cevap vereceğiz? Çünkü hayvanlar da güdüleriyle hareket ederler. Örnekler artırılabilir. Teistler dışarıdan bir varlık olarak Tanrının belirlediği iyi ve kötüler, Tanrı belirlediği için nesneldir derler.  Görüldüğü gibi Teistler ahlakın nesnelliğini ve rasyonel bağlayıcılığını Tanrı üzerinden açıklar ve ateizme bu noktadan itirazlar getirirler.

Benim Tanrı Yanılgısı kitabından önemli görüp argüman olarak tartışmaya çalıştığım meseleler bunlardı. İsterseniz kitabı alıp birde kendiniz karar verin neyin ne olduğuna. Buraya kadar objektif olmaya çalışarak iki tarafın görüşlerini ele almaya çalıştım. Bu benim içinde önemli, çünkü karşılaştırmalı okumalar yapmadan bir sonuca ulaşılamayacağını düşünüyorum. En azından bunu yazıya dökerek yapmış oldum. Yazmak meselelerin daha iyi bir şekilde kafama oturmasını sağlıyor. Sizlere de faydası olmasını dilerim. Sağlıcakla kalın.

0 Paylaşımlar
5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
0
Would love your thoughts, please comment.x