Hamza Andreas Tzortzis’in Allah’ın varlığına dair Din,Bilim,Ateizm bağlamında verdiği Felsefi örnekler

Yunan asıllı İngiliz Müslüman araştırmacı,davetçi,yazar Hamza Andreas Tzortzis, özellikle sosyal medyayı etkin kullanmasıyla dünya çapında ünlenmiş değerli bir müslüman. Ünlü Fizikçi Lawrence Krauss ile İslam ve Ateizm üzerine yaptığı münazara oldukça meşhur. Türkçe altyazılı olarak internette bulabilirsiniz.

Ekin yayınlarından çıkan Hakikatin İzinde: Din,Bilim ve Ateizm adlı kitabında felsefi deliller ile Allah’ın varlığını ispatlıyor. Delilleri sıralarken kullandığı etkileyici örnekler çok hoşuma gitti. Tartışmanın özünü kapsayan başarılı örnekler bunlar. Birçoğunuz varoluşunuzu sorgulamışsınızdır. İnsan nedir? Evren nasıl oluşmuştur? Ölüm yokluk mudur? Neden buradayım? gibi sorular insanların hayata bakışlarını şekillendirdikleri inançlarını/felsefelerini oluşturmaya yardımcı olmuştur. Ancak çoğu zaman bu sorgulamalar derinlikli yapılmamaktadır. Ateist, Teist farketmez herkes için geçerli bir durum bu. Sorulması gereken çarpıcı sorulara dikkatinizi çekmek,üstünkörü düşünüp geçiştirdiğiniz veya oldukça sıradan gördüğünüz kimi konuların varoluşsal sorgulamalarınız açısından ufkunuzu açması için Hamza Andreas’ın Hakikatin İzinde kitabından derlediğim örnekleri dikkatinize sunuyorum. Varoluşsal sorgulamalarınızı yaptığınızı düşünüyorsanız, ancak örnekler üzerinden ifade etmeye çalıştığım problemleri sormadan felsefi/dini bir tavır almışsanız eksik sorgulamışsınızdır. Ya da bence sorguladığınızı zannetmişsinizdir.

Kitapta tarihten günümüze konuyla ilgili yazmış İmam Gazali, İbni Teymiye,İbni Sina,Razi gibi müslüman filozoflardan da yararlanılmış. Örneklerin bazısı Hamza Andreas Tzortzis’e ait iken bazısı dünyaca ünlü Robin Collins, William L. Craig gibi günümüz teist bilim adamlarının örneklerinin uyarlanmış halidir. Örnekler üzerinden savunulan görüş ile bir müslüman rahatlıkla Allah’ın varlığını rasyonel bir zeminde tartışabilecektir.

Her biri varoluşsal sorgulamalarımıza katkıda bulunacak olan soruları örneklerin sonuna yerleştireceğim. Hazırsanız güzel bir beyin fırtnasına buyrun:

1-Hiç Yoktan bir Kainat Mümkün mü?

Bir odanın köşesinde oturduğunu düşünün. Odaya girerken geçtiğiniz kapı tamamen kapanmış ve artık giriş ve çıkış için hiçbir yol yok. Duvarlar,tavan ve zemin taştan yapılmış. Tek yapabildiğiniz soğuk, karanlık ve taştan duvarlarla çevrelenmiş bu mekana boş boş bakmak. Bir süre sonra aşırı can sıkıntısından uyuya kalıyorsunuz. Birkaç saat geçtikten sonra uyanıyorsunuz. Gözlerinizi açarken şaşkınlıkla görüyorsunuz ki odanın ortasında üzerinde bilgisayar olan bir masa var. Masaya yaklaşıyorsunuz ve bilgisayar ekranında şu sözlerin yazılı olduğunu fark ediyorsunuz: “bu masa ve bilgisayar yokluktan geldi.
Ekranda okuduklarınıza inanıyor musunuz? Tabii ki hayır. İlk bakışta sezgilerinize güvenerek bilgisayarın ve masanın bir sebep olmaksızın ortaya çıkamayacağını düşünüyorsunuz.Daha sonra olabilecek ihtimalleri düşünmeye başlıyorsunuz. Biraz düşündükten sonra, sınırlı sayıda mantıklı açıklama buluyorsunuz. İlki, bu masa ve sandalye hiç bir ön koşul veya faaliyet olmaksızın -diğer bir deyişle,yokluktan- meydana geldi. İkincisi, bu masa ve sandalye kendi kendilerine sebep oldu ve kendi kendilerini yarattılar. Üçüncüsü ise, masa ve sandalye bazı ön sebepler neticesinde odaya yerleştirildiler veya yaratıldılar. Bilişsel melekeleriniz normal ve düzgün çalıştığına göre üçüncü açıklamanın en mantıklı açıklama olduğuna karar veriyorsunuz.”

Bu akıl yürütme biçimi bizatihi Kuranı Kerimin Tur suresi 35-36. ayetlerinde ortaya koyduğu bir argümandır: “Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar? Yoksa, gökleri ve yeri onlar mı yarattılar? Hayır, onlar kesin olarak inanmıyorlar.”
Örnek ışığında aşağıdaki soru sorulmalıdır.

Soru: Evrenin geçmişi ve geleceği sonsuz değilse evrenin yoktan nasıl var olduğunu açıklama da naturalist-ateist dünya görüşü mü İslami dünya görüşü mü daha tutarlıdır?

2- Bağımlılık Argümanı

Evinizden çıkarken sokakta gözlerinizin alabildiğince uzanmış uzunlukta dizilmiş domino taşları görüyorsunuz. Bir süre sonra şiddeti yavaşça artan bir ses işitiyorsunuz. Çocukluk yıllarınızda domino taşlarıyla oynamış olduğunuz için bu ses size tanıdık geliyor; evet, bu ses, domino taşlarından geliyor. Nihayetinde muazzam bir şekilde birbiri ardına yıkılan domino taşlarının size yaklaştığını görüyorsunuz. Bu kadar basit fizik kurallarının dahi böyle muazzam bir manzara oluşturabilmesini hayranlıkla seyrediyorsunuz; fakat aynı zamanda hüzünleniyorsunuz. Çünkü ayağınızın yanı başında olan son domino da nihayetinde yıkılıyor. Heyecanınız halen diri iken bu güzel hadiseyi meydana getiren kişiyle tanışmayı umarak, ilk yıkılan domino taşını bulmak için sokak boyunca yürümeye karar veriyorsunuz.

Yukarıdaki senaryo üzerinden size bir kaç soru sormak istiyorum. Sokakta yürüdükten sonra nihayetinde domino zincirinin en başına varacak mısınız? Yoksa sonsuza dek yürüyecek misiniz? Vereceğiniz cevap tabii ki nihayetinde ilk domino taşını bulacağınız yönündedir. Fakat size neden diye sormak istiyorum. İlk domino taşını bulacağınızı düşündünüz, çünkü domino zinciri sonsuza kadar devam etseydi, ayağınızın yanı başındaki domino taşı hiçbir zaman yıkılmayacaktı. Son domino taşı yıkılmadan önce sonsuz sayıda domino taşı yıkılması gerekecekti.Yani son domino taşı hiçbir zaman yıkılmayacaktı.

Bu örneğe bağlı kalarak başka bir soru daha sormak istiyorum. Diyelim ki, sokakta yürürken bütün domino zincirinin yıkılmasına sebep olan, zincirin başındaki taşı buldunuz. İlk domino taşı hakkında ne düşünürdünüz? Bu dominonun kendi başına yıkıldığını mı?  Diğer bir deyişle, bu domino taşının düşmesi, herhangi bir muharrik olmadan izah edilebilir mi? Hiçbir şey kendi başına meydana gelmez. Her şeyin bir şekilde bir izaha ihtiyacı vardır. Yani ilk dominonun yıkılışı başka bir şey tarafından tetiklenmiş olmalıdır; bir insan, rüzgar veya ona çarpan başka bir şey, vs. Bu ‘başka bir şey’ her ne ise, domino taşlarının yıkılışına getireceğimiz açıklamanın bir kısmına dahil olmalıdır.

Şimdiye kadar anladıklarımızı özetlemek gerekirse: ne domino zincirinde sonsuz sayıda domino taşı olabilir, ne de ilk domino taşı hiçbir sebep veya muharrik olmaksızın yıkılabilir.

Bu argüman İmam Gazali,İmam Cüveyni,Razi ve İbni Sina gibi alimlerin de islam ilim geleneği içerisinde dillendirdikleri bir argümandır. Bu akıl yürütme biçimine Kuran da vurgu yapılmıştır: “Allah bütün alemlerden müstağnidir.(Kimseye muhtaç değildir, her şey ona muhtaçtır.)” (3:97) Yine “Ey insanlar Allah’a muhtaç olan sizlersiniz. Allah ise hiçbir şeye muhtaç değildir ve mutlak kemaliyle hep övgüye layık olan O’dur.” (35:15) Evren ve içindeki her şey bir sebebe bağımlıdır. Yazarın ifadesiyle “Aklınıza gelen her şeyi düşünün; bir kalem, bir ağaç,güneş,elektronlar ve hatta kuantum alan. Bütün bu şeyler bir şekilde bağımlıdır.”
Örnek ışığında aşağıdaki soru sorulmalıdır.

Soru: Kainat ve içinde algıladığımız her şey ebedi,zaruri,kendiliğinden ve bağımsız mıdır? Varlığını kendisinden bağımsız ya da bağımlı bir başka varlığa mı borçludur? sorusunu natüralist ateist görüş mü İslami görüş mü daha tutarlı açıklar?

Not: Bağımlılık kavramını daha iyi anlamak için kitabı okumanızı öneririm.

3-Bilinç Argümanı

1.Örnek 

Diyelim ki bir tane çilek yiyeceksiniz. Bilim insanları ve felsefeciler beyninizi inceleyerek bir şey yediğinizi gösteren korelasyonları bulabilirler. Hatta bir meyve yediğinizi de bulabilirler, yediğiniz şeyi lezzetli mi, yoksa şekerli mi bulduğunuzu da size bilinçli tecrübelerinizi sorarak öğrenebilirler. Fakat bunlara rağmen, çilek yemenin sizin için nasıl bir tecrübe olduğunu veya lezzet ve tatlılığın sizin için ne anlama geldiğini; size neler hissettirdiğini; fiziki süreçler neticesinde neden hususi bir çilek yeme tecrübesi yaşadığınızı öğrenemezler, bilemezler.

2.Örnek

Bilinç ya da Şahsi tecrübenin biricikliğine getirilen Maddeci izahların tutarsızlığını, bir yandan maddeciliği çökertirken diğer yandan bilinç olayını gayet güzel anlatan ikinci bir örnek verelim. Daha doğrusu Frank Jackson’un Mary argümanını.

Mary bütün hayatı boyunca siyah-beyaz bir odada yaşadı ve dünyadan bütün bilgileri siyah-beyaz ekranlı bilgisayarlar ve televizyonlar vasıtasıyla edindi. Mary, insanların fiziki nesneleri gördüklerinde neler gerçekleştiğini açıklayan bütün bilimsel nesnel bilgilere odasından erişebiliyor. İnsan gözüyle algılanabilen nesneler ile alakalı bütün bilimsel bilgiye sahip. Fakat kendisi, renkleri görmenin nasıl bir şey olduğundan habersiz. Bir gün odadan çıkmasına müsaade ediliyor. Kapıyı açtığı gibi kırmızı bir gül görüyor ve hayatında ilk defa kırmızı rengi görme tecrübesini yaşıyor. Kırmızı rengi ilk defa gördüğünde sadece takdir etmekle yetiniyor. Mary’nin şimdiye kadar görsel algılar ve renklerin fiziksel gerçekliği üzerine edinmiş olduğu bilgiler, kırmızı rengi görmenin ne demek olduğuyla alakalı bir fikir sağlamadı. Fiziksel gerçeklikleri öğrenerek, kırmızı rengi görmenin nasıl bir şey olduğunu öğrenemedi, bu hissiyatı ancak güllere baktığı anda öğrenmiş oldu.

Chalrmers aşağıdaki öncülleri ortaya koyarak, Mary argümanı üzerinden maddeciliğin, bilincin zor problemini çözemediğini gösteriyor:
1. Mary, bütün fizik gerçekliği bilir.
2. Mary bütün gerçekliği bilmez.
3. Fizik gerçeklik, bütün gerçekliği kapsamaz.

3.Örnek
Bu küçük ve anlamlı örneği de vermeden geçmeyelim:

Kainatın başlangıcında elinizde sadece maddenin basitçe bir tanzimi bulunduğunu düşünün. Uzun bir süre sonra bu maddeler kendilerini insan olarak yeniden tanzim ediyorlar ve bilinci meydana getiriyorlar. Bu aslında sihir gibi görünüyor, çünkü madde soğuk, kör ve bilinçten yoksundur. Öyleyse nasıl oluyorda böyle bir hadiseyi meydana getirebiliyor? Mümkün değil. Mesela bende 10 lira yoksa size bu miktarda para veremem. Tıpkı bunun gibi madde de, kendinde olmayan veya potansiyel olarak ortaya koyamayacağı bilince sahip olamaz…..bilinçten yoksun bir süreç ile bilinçten yoksun başka bir sürecin bir araya gelmesi, ancak iki tane bilinçten yoksun sürece eşit olabilir. Bir demir parçasını bir odun parçasına dönüştürmeye benzer bu: demiri her ne şekilde manipüle ederseniz edin, oduna dönüşmeyecektir, daha fazla demir ekleseniz dahi bu mümkün değildir.

Daniel Bor, bilinç problemini şöyle ifade eder: “Dünyada birçok zor mesele mevcuttur. Fakat bunlardan sadece bir tanesine “zor problem” ismi verilmiştir. İşte bu bilincin zor problemidir.Nasıl oluyorda 1300 gr kadar sinir hücreleri,her uyanık halimizi kuşatan, kusursuz bir hisler,düşünceler,hatıralar ve algılar kaleydoskopunu meydana getiriyor?”

Örnekler ışığında aşağıdaki soru sorulmalıdır.

Soru: Bilincin zor problemini izah etmede naturalist-ateist görüş mü islam teizmi mi daha tutarlıdır?

4.Tasarlanmış Kainat 

1.Örnek

Bir sabah uyanıp, kahvaltınızı hazırlamak üzere mutfağa geçtiğinizi düşünün. mutfak masasına yaklaştığınızda üzerine en sevdiğiniz çikolatadan sürülmüş iki tane tost görüyorsunuz. Fakat çikolatalar, tostun üzerine “seni seviyorum” yazacak şekilde sürülmüş. Tabii, bu duruma şaşırıyorsunuz. Neden? Ekmeklerin kendi kendini tost haline getirip, çikolatanın şans eseri “seni seviyorum” yazacak şekilde kendisini ayarladığını mı düşünüyorsunuz? Yoksa eşinizin veya ailenizden bir kişinin, sizin için erkenden kalkıp bir tost hazırladığını mı varsayıyorsunuz?Bu dünyadaki her akıl sahibi insan, bu olayın bir kasıt veya sebep olmaksızın meydana geldiğini reddeder; şans eseri olduğunu iddia etmek ise yeterli bir açıklama değildir.

Kainat da yukarıda bahsettiğimizden farklı değildir. Kainat, hayatın devam edebilmesi için en doğru kanunlar ile donatılmıştır ve insanların yaşayabilmesi için hususi olarak tasarlanmıştır.

2.Örnek

NASA için çalışan bir astronot olduğunuzu düşünün. Sene 2070 ve sizde farklı bir galakside bulunan, Dünyaya benzer bir gezegeni ziyaret edecek ilk insan olacaksınız. Vazifeniz, hayata dair bir işaret bulmak. Nihayet gezegene iniş yapıyorsunuz, aracınızdan inerken ortalıkta kayalıklardan başka bir şey görmüyorsunuz. Her nasılsa gezegende, seyrinize devam ederken üyük bir serayı andıran bir yapıyla karşılaşıyorsunuz. İçeride yiyip içen, oynayan, çalışan, normal bir hayat yaşayan insan benzeri mahluklar görüyorsunuz. Aynı zamanda bitkiler, ağaçlar ve diğer bir takım bitki örtülerini de dikkatinizi çekiyor. Yapıya yaklaştığınız da arkadaş canlısı elçiler sizi karşılıyor ve içeriye davet ediyor. Bu arkadaş canlısı “uzaylılar” ile ilk buluşmanızda, size yapının içerisinde doğru miktarda oksijen bulunduğunu söylüyorlar. Yapı, aynı zamanda gıda üretimini ve bitki örtüsünü sağlayabilecek miktarda su ve kimyevi bileşenlere de sahip. İşittiklerinize şaşırmış bir halde bütün bileşenleriyle muntazam bir şekilde çalışabilen bu ekolojik sistemi nasıl meydana getirdiklerini soruyorsunuz. Elçilerden biri cevaplıyor: “Şans eseri oldu.”

Zihniniz hemen bu gülünç ifadelerin ne manaya geldiğini idrak etmeye çalışır. Yapının bu şekilde işleyişi ancak akıl sahibi bir varlık tarafından tasarlanmış olması ile izah edilebilir, rastgele meydana gelmiş fiziki olaylar ile değil. Zihninizden bu ifadeler geçmekteyken bir diğer elçi gelir ve ekler “Sadece şaka yapıyor.” Ve ardından herkes gülümseyiverir.

Eğer kayalıklardan oluşan bu küçük gezegendeki bu ufacık ekosistem bile tasarlanmış olması gerektiği hissiyatını veriyor ise, bütün kainat hakkında ne düşünmeliyiz?

Kainatın akıllı bir tasarımcı tarafından tasarlanmayıp şans/tesadüf eseri oluştuğu görüşünü savunanlar da yaygın olduğu için bu konuyla ilgili verilen örnekleri de aktarmadan geçmeyeyim.

Yandaki Bruce Lee resmini inceleyiniz. Eğer size bu resmin tesadüf eseri ortaya çıktığını -tabloya mürekkep döküldükten sonra böyle bir resmin ortaya çıktığını- söyleseydim, söylediklerimi ciddiye almazdınız. Çünkü tecrübelerinize ve şimdiye kadar edindiğiniz bilgilere göre bu olay imkansızdır. Buna benzer bir şekilde (ABD’de ki) Özgürlük Anıtı’nın şans eseri inşa edildiğini söyleseydim herhalde delirmiş olduğumu düşünürdünüz.

Şans hipotezi sadece mantıksız değil, aynı zamanda umumi söylemin aksi yönünde bir söylemdir. Yani burada demek istediğim, eğer biri çıkıpta bir şeyin tesadüf eseri meydana geldiğini söylese bu söylemi ortaya atılan saçma sapan bir söylem ile denk olur. Mesela, bir ateiste annemin aslında benim anne dediğim kişi olmadığını, aslında Plütonda doğmuş olan ve Dünya’ya büyük bir tüy yumağı üzerinde taşınılarak getirilen dev, pembe bir fil olduğunu söyleseydim ateist arkadaşım benim delirdiğimi düşünürdü. Fakat bende şöyle cevap verirdim: “Hala bir şans/ihtimal var.” İşte tesadüf hipotezini kabullenmek bu şekilde ortaya atılan bütün iddiaları mümkün kılmış olurdu ve aklın rolü hem akademik hem gündelik tartışmalarımızda lüzumsuz sayılırdı. Ben çıkıp sırf İslam’ın doğru olma ihtimali var diye İslam hakikattir de diyebilirim ve böyle bir iddiada bulunmaya hakkım da vardır. Çünkü bir kere şans hipotezi kabullenildikten sonra, artık herkes istediği iddiada bulunabilir.

Şans hipotezini fiziki kanunların ince ayarı için geçerli bir açıklama olarak kabul eden bir ateist, fikri açıdan çifte standart gütmekle itham edilmelidir. Ateistler, günlük yaşantılarında, gerçekleşmesi mümkün olmayan şeyler için tesadüfü/şansı hesaba katmazlar. Bir ateist, çocuğuna yatmadan önce bisküvi yememesini tembihledikten sonra sabahleyin çocuğunu yüzünde bisküvi kırıntıları ile görse ve yerde de bisküvi paketi bulsa sizce ne düşünür? Şans hipotezi (çocuğun bisküvi yememiş olma ihtimali) hiç aklına gelir mi? Tabii ki gelmez. Böyle bir mantığın finansal işlemlere, hukuk mahkemelerine ve siyasete tatbik edildiğini düşünün. Gündelik hayatımız, dünya meseleleri ve ekonomimiz alt üst olurdu. Birçok ateist mesele Tanrı olduğunda epistemik bariyeri yukarıya çekiyor, fakat kendi günlük hayatlarında farklı bir standartla yaşıyorlar.

Örnekler ışığında aşağıdaki soru sorulmalıdır.

Soru: Evrenin insan yaşamına uygun koşullarda var oluşunu naturalist-ateizm mi İslami görüş mü daha tutarlı açıklar?

5. Tanrı ve Nesnel Ahlak

Yorucu bir iş gününün ardından evinize döndünüz ve televizyonu açtınız. Kanallar arasında gezerken bir başlık sizi hayrete düşürüyor ve popüler bir uluslararası haber kanalında duruyorsunuz. Beklenildiği gibi haberin başlığı hakikaten ürkütücü: Adam Beş Yaşında Bir Çocuğu Boğazladı. Şimdi size bir soru sorayım. Bu adam ahlaki açıdan yanlış bir şey mi yapmıştır? Siz, diğer birçok diğer iyi insan gibi evet diye cevap verebilirsiniz. Öyleyse şu soruya cevap veriniz: adamın yaptığı şey nesnel olarak ahlaki bir yanlış mıdır? Ve tekrar, diğer birçok insan gibi evet dersiniz.

Ancak bir sorumuz daha var: Bu davranış, neden nesnel olarak ahlaki değildir? Cevap aslında basit. Nesnel olduğuna inandığımız ahlak kuralları, Tanrı’nın varlığından ötürü nesneldirler…..Eğer Tanrı yok ise nesnel ahlaki hakikatlerin varlığından söz edilemez. Tabii ki ahlaki hakikatler nesnelmiş gibi hayat sürebiliriz ve tarih boyunca birçok ateist, ahlakın ilahi bir temele dayanması gerektiğine inanmadan, hayranlık uyandırıcı seviyede ahlaki üstünlük göstermiştir. Fakat benim burada iddia ettiğim şey şudur: Eğer Tanrı’yı bu tablodan çıkarırsanız, geriye birtakım toplumsal ilişkilerden fazlası kalmaz….Tanrı, nesnel ahlak yasaları için en akli açıklama olduğu için, böyle bir sonuca varıyoruz. Tanrı kavramı haricinde hiçbir kavram, ahlak için yeterli düzeyde bir temel sağlayamıyor.

Örnek üzerinden aşağıdaki sorgulama yapılmalıdır.

Soru: Nesnel ahlak ya da evrensel bir ahlak var ise bunu naturalist-ateizm mi İslam Teizmi mi daha tutarlı temellendirir?

6.Akıl yürütme ve kavrama

Bu argümanda akıl yürütme yeteneğimizin natüralist-ateist bir dünya görüşü çerçevesinde izahının mümkün olmadığını savunmaktayız. Çünkü naturalizme göre her şey doğadaki maddi süreçlerden ibarettir. Bu durumda akıl yürütmenin kendisini kör,akıl dışı,fiziki süreçlerle izah edemeyiz. Hamza Andreas Tzortzis’e göre bu açıdan ateizm Tanrıyı reddetmek için kullandığı aklı reddeder. Dolayısıyla akıl dışıdır. Konuyla alakalı örneğimize geçmeden ateistlerle konuşan birçok kişinin yaşadığına benzer bir diyalog sunar. Diyaloğu okumak uzun geliyorsa hemen sonrasındaki örneğe atlayarak okumanıza devam edebilirsiniz:

Diyalog

Ateist: Tanrının varlığına dair hiçbir delil yok. Tanrıya inanmak mantıksızdır.
Müslüman: İlginç bir iddia. Tartışmamıza devam etmeden evvel akli melekelerimizin varlığına inanıp inanmadığınızı sorabilir miyim? Bir başka deyişle akıl yürütebildiğinize inanıyor musunuz?
Ateist: Elbette, akıl sahibi her insan Tanrı’yı reddeder. Hiçbir delil olmadığı düpedüz ortada.
Müslüman: Tamam.Çok güzel. Öyleyse Ateizm üzerinden akli melekelerini nasıl açıkladığını sorabilir miyim?
Ateist: Ne demek istiyorsun?
Müslüman: Yani, her şeyin sadece fiziki şeyler üzerinden açıklanabileceğine ve tabiatüstü hiçbir (varlık) olmadığına mı inanıyorsunuz?
Ateist: Elbette.
Müslüman: Fiziki şeyler akıl sahibi değillerdir ve bir bakıma kördürler. Akılsız bir varlıktan nasıl akıllı bir varlık meydana gelebilir? Kendinde akıl olmayan bir şey nasıl olur da aklı olan başka bir şeyin meydana gelmesine sebep olabilir? Akıldan yoksun fiziki bir takım süreçler üzerinden nasıl akli çıkarımlarda bulunabiliriz? Bunlara göre, akıl yürütme kabiliyetinizi nasıl açıklayacaksınız?
Ateist: Pekala, bizim evrim geçirmiş bir beynimiz var.
Müslüman: Tamam ve ateizme göre evrim geçirmiş bir beyin de sadece fiziki şeylerden meydana gelir değil mi?
Ateist: Evet, fakat bizim beyinlerimiz dünyayı tanıdıkça hayatta kalma ihtimalimiz artacağı için akıl sahibi olacak şekilde evrim geçirdi.
Müslüman: Bu doğru değil; akılcı olmayan, akıldışı bir takım inançlara sahip olunsa da hayatta kalmak mümkündür.
Ateist: Öyleyse ne olmuş? İkimizde aklın gerçek olduğunu kabul ediyoruz. Öyleyse bu bir mesele değil.
Müslüman: Fakat ben öyle düşünmüyorum. Ateizm üzerinden düşündüğümüzde akıl yürütme kabiliyetine sahip oluşumuz pek de mantıklı gelmiyor. Ateizm Tanrı’yı reddetmek için kullandığı aklı dahi geçersiz kılıyor. Dolayısıyla, ateizmin aklı hükümsüz ve geçersiz kıldığı bir durumda ateist olmak oldukça absürttür.
Ateist: Hayır, bana göre Tanrı’nın varlığını ispat etmek zorundasın.
Müslüman: Bu bir kaçamak olur. Çünkü kullandığınız ispat kelimesi bir akıl yürütme kabiliyetiniz olduğunu varsayıyor. Yine de ateizm aklı hükümsüz kıldığı için böyle bir varsayımda bulunmanız makul değil. Akıl dışılıktan akıl neşet etmez. Bu açıdan ateizm mantıksızdır. Fakat akıldan akıl neşet edebilir. Bu nedenledir ki islam teizmi aklımızı neden kullandığımızı en doğru şekilde açıklar. Çünkü islam teizminde akıl, her şeyi gören, bilen ve hikmet sahibi olan Yaratıcı’dan gelir.

Akıl yürütürken tümdengelimsel argümanlar kullanırız. Belirli öncüllerden zorunlu sonuçlar çıkarırız. Eğer sonuçlar, öncüllerden kaçınılmz olarak çıkıyorsa mantık açısından doğru bir sonuçtur. Bu akıl yürütme yeteneğimiz ise maddeden, fizikten ve doğadan tamamen bağımsızdır. Doğadan bağımsız olup aynı zamanda bir zorunluluk olan bu durumu natüralist-ateistler açıklayamazlar. Yani ateist bir dünya görüşü aklı yetilerimizi temellendiremez. Bu ancak akıl sahibi bir Tanrı varsa mümkündür. Şimdi örneklerimize geçelim.

Örnek

  1. Bütün üniversite öğrencileri bekar erkeklerdir.
  2. John bir üniversite öğrencisidir.
  3. Dolayısıyla, John bekar bir erkektir.

Biliyoruz ki 3 mecburi olarak 1 ve 2’yi takip ediyor, bunu sezgilerimizle/iç görülerimizle anlayabiliyoruz. Fizik dünyadan hiçbir şey 3 numaralı maddenin 1 ve 2 numaralı maddelere bağlı olduğunu ispatlayamaz; bir diğer deyişle mantıki olarak neden takip ettiğini ispatlayamaz. Sonuç, öncüllerdeki kelimelerin anlamlarının doğruluğundan değil, öncüller arasındaki ilişkilerden ötürü ortaya çıkar. Çıkarım ve öncüller arasındaki mantıki irtibat, fizik zemininde gözlemlenemez, izah edilemez. Bu açıdan baktığımızda, aklın fiziki boyuttan aşkın bir boyutu olduğunu görürüz.
Bu mevzuya daha yakından bakabilmek için aşağıdaki argümanı inceleyelim:

  1. John 5 modifu gözlemlemiştir.
  2. John’un gözlemlediği 5 modifunun rengi sarıdır.
  3. Dolayısıyla en azından bazı modifular sarı olmalıdır.

Bu geçerli bir argümandır. Yani sonuç öncülleri mantıki olarak takip eder… 1 ve 2 numaralı öncüllere göre 3 numaralı sonuca varılması gerekir. Peki biz neden sonucun(3) bu öncülleri takip etmesi gerektiğini kabul ediyoruz? Modifunun ne demek olduğunu bilmediğimiz halde sonucun mantıki açıdan geçerliliğine neden inanıyoruz? Bu arada modifu benim uydurduğum bir kelimedir…Zihnimiz harici bir delile ihtiyaç duymadan sonuca varmakla kalmadı; aynı zamanda öncüller arasında irtibat kurdu. Bu irtibatlar fiziki veya tecrübi(ampirik) deliller aracılığıyla izah edilemez.

Örnekler ışığında aşağıdaki sorgulama yapılmalıdır.

Soru: İnsan zihninin yapısını, akli melekeleri izah etmede naturalist-ateist dünya görüşü mü İslam teizmi mi daha tutarlı açıklar?

Sonuç

Örneklerle ortaya koyduğumuz argümanları bir müslüman diliyle/üslubuyla ortaya koyduk. Ancak bu durum sorulması gereken soruların inancı ne olursa olsun tüm insanlar tarafından sorulabileceği gerçeğini değiştirmiyor.

Kitapta yukarıda verdiğimiz örneklerden yola çıkarak analitik akıl yürütmelerle detaylı şekilde Allah’ın varlığının delillerini sıralıyor. Ayrıca Neden kötülük var? Allah neden kendisine ibadet etmemizi istiyor? Bilim her şeyi açıklar mı? gibi sorularında yanıtlarını vermeye çalışmış. Daha detaylı bilgi edinmek için kitabı okumanızı tavsiye ederim.

Yukarıdaki örnekler bu konularla ilgilenenler için konuların genişliğine göre küçük ama etkili örnekler. Amacım bir nebze de olsa sorgulamanızı sağlamak veya sorgulama sürecinize katkıda bulunmak idi. Umarım faydalı bir derleme olmuştur.

Derleyen: Vakt-i Visal

0 Paylaşımlar
0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
0
Would love your thoughts, please comment.x