Bugünlerde sosyal medya Hz. Ayşe’nin Peygamberle 9 yaşında evlendiği tartışmasıyla çalkalanıyor. Mevzuyu takip edenler için bu konuda hangi taraflar var, kim neyi savunuyor bilinen bir durum. O yüzden bunlara girmeye gerek yok. Meseleyi ahlak açısından ele alıp tartışıyor herkes. Bunu yaparken 2024’ün modern değerleri üzerinden 7. yüzyılın gelenekleri ahlaki olarak yargılanıyor. Hal böyle olunca aradaki 14 yüzyıl boyunca bişiylerin değişmiş olabileceği akıllara gelmiyor. Bu sebeple anakronizm kaynaklı yanlış tahliller yapılıyor. Ateist cenah, özellikle, ahlaki yargılamalarda bulunarak bu evliliğin pedofili olduğunda ısrar ediyorlar. Ama unutulan şey ise 14 yüzyıl boyunca etik değerlerin değişmiş olduğu gerçeğidir. Halbuki ahlaki kuralları belirleyen etiğin kendisidir.
Etik ile ahlak arasındaki farkı ortaya koyarak meselenin neden ahlaki değil etik açısından ele alınması gerektiğine değineceğim. Ahlaki ilkeler belirlendikleri andan itibaren sabit ve değişmezdirler. Etik ise bu ahlaki değerlerin henüz belirlenmediği kaotik koşullarda devreye girmektedir. Dolayısıyla ahlaki kuralların belirlendiği bir yerde etikten bahsedilemez. Hz. Ayşe’nin evlilik yaşını içine doğduğumuz sabit ahlaki kuralların belirlendiği koşullarda ele alıyoruz. Halbuki etik değişimlerin yaşandığı bağlamda meseleyi ele almak zorundayız.
Etik kısaca ahlakın kendisine göre belirlendiği ilkelerdir. Başka bir ifadeyle ahlaki kuralların kendisiyle belirlendiği çağın değer yargıları, inanç ve felsefeleri, sosyal ve siyasi koşullarının ortaya koyduğu ilkeler ve değer yargılarıdır. Örneğin dürüstlük, adalet, güven, güvenlik, can ve mal hakkının bir değer olarak görülmesi gibi etkenler etik ilkelere örnektir. Modern etik ilkelerden eski çağlara nazaran daha gelişmiş olan bazı etik ilkelere şöyle örnek verebiliriz; kadın, çocuk ve hayvan hakları vurgusu, fırsat eşitliği, özgürlüğün güvenlikten daha önemli görülmesi, seçme ve seçilme gibi kamusal haklar….
Peki bu etik ilkeler ahlaki kuralları nasıl belirler? Yine örneklerle devam edelim. Mesela güvenlik teknolojilerinin ve kamusal güvenlik hizmetlerinin gelişmediği eski çağlarda bir kadının şehirler arası yolculuk yapması yanlış/kötü olarak değerlendirilirdi. Güvenlik ihtiyacının artık ikinci plana itildiği bunun yerine özgürlüğün asıl etik değer olarak yüceltildiği günümüzde bir kadının tek başına yolculuk etmeyeceğini savunmak ahlaken kadının özgürlük hakkına aykırı olarak yani “kötü” olarak görülmektedir. Kadın örneğinden devam edersek kadına dair geçmiş etik ilkelerin ve ahlaki yargıların günümüzde büyük ölçüde değiştiğini biliyoruz. Buna son bir örnek olarak “berdel” uygulamasını verelim. Berdel iki ailenin karşılıklı olarak kızlarını birbirlerinin oğullarına vermesidir. Günümüzden bakıldığında oldukça saçma, ilkel ve kadını mal yerine koyan bir uygulama gibi görülen berdeli doğuran koşullar onun etik yönünü; buna çözüm olarak berdel uygulamasıyla karşılıklı kız alıp vermenin “iyi” görülmesi meselenin ahlaki yönünü oluşturmaktadır. Eski çağlarda kan davaları nesiller boyu sürer, sırayla her aile/sülale karşı tarafın aile üyelerini öldürerek intikamını alırdı. Kan davası ne kadar uzamışsa katledilen insan sayısı artmış ve barış o kadar zorlaşmış demekti. Burada etik ilke olarak “barış” doğrultusunda birbirlerine kız alıp vermeyle akan kanı durdurma kaygısı, birincil öncelikte olan can güvenliğini tesis etme uğruna ikincil öncelikte olan evlilikte rızanın ihlal edilmesiyle sonuçlanmıştır. Genelde evlenecek gelin ve damat adaylarının rızasının pekte göz önünde bulundurulmadığı bu koşullarda gelin ve damatın mutlu olmaması ihtimal dahilinde olsa da bu insanlar babalarının, kardeşlerinin, kısaca aile bireylerinin hayatlarını kurtarmış olduğunun gururuyla en azından teselli buluyorlardı. Günümüz koşullarında kan davaları gelişen kamusal kurumlar aracılığıyla daha rahat çözülmektedir. Ancak bunun olmadığı koşullarda, bugünden bakıldığından insanın “başka çözüm yolu olamaz mıydı?” şeklinde “kınadığı” bir uygulamanın geliştirildiğini görüyoruz. Günümüz koşullarında normal hiçbir birey berdel uygulamasını ahlaken doğru bulmamaktadır. Anlaşılıyor ki etik değerler ve ilkeler zamana ve koşullara bağlı olarak değişmektedir. Buradaki sorun 2024’ün koşullarında eskiyi yargılamaktan doğmaktadır.
Çocuk evliliğine gelelim. İnsan hayatında çocukluk diye 18 yıllık uzun bir dönemin var olduğu koşullarda gözümüzü dünyaya açtığımız için dünya tarihi boyunca bunun hep böyle olduğu zannına kapılıyoruz. Fakat öyle değil. Çoğu insan çocukluğun sonradan icat edildiğini bilmez. İnternette “çocukluğun tarihi” şeklinde basit bir aramayla konuyla ilgili bir sürü kitap ve makaleye ulaşabilirsiniz. Çocuklar erken modern döneme, 18. yüzyıla kadar tamamen kamusal hayatın içindeydi. Toplumların çocukluğa yüklediği anlam ve çocuklara tanımladıkları toplumsal roller günümüzden oldukça farklıydı. Çocuklar aklen ve bedenen belli bir olgunluğa eriştikleri an evlilik ve iş hayatına sokuluyorlardı. İnsan ömrünün 40-50 ortalamasında olduğu çağlarda gerek biyolojik gerek sosyal açıdan bu olgunlaşma günümüze nazaran daha erken gerçekleşiyordu. Bu koşullarda etik açıdan çocuğa bugüne nazaran 9-15 yaş gibi erken bir yaş aralığında annelik-babalık rolünün yüklenmesi yanlış bulunmadığı için bir çocuğun mesela 10 yaşında evlendirilmesi ahlaken “kötü” olarak görülmüyordu. Takribi 18. yüzyıla kadar çocuklar olgunlaştıkları an iş hayatına atılıyor, toplumsal bir değer üretmeleri kendilerinden bekleniyor ve hemen evlendirilmeye çalışılıyordu. Buna bir örnek olarak 1573-76’da Osmanlı’yı gezen Avrupalı gezgin Stephan Gerlach’ın Türkiye Günlüğü adlı eserine bakabiliriz. Yazar Türklerde evlilik yaşının bazen 9, bazen 11 veya 12 olduğunu belirtmektedir.* Yine mesela Romalılarda evlenme yaşı genellikle 12 idi.** Evlenme yaşının bu kadar erken olması dönemin biyolojik ve sosyal koşulları ile ilgiliydi. Görülüyor ki bu koşullar dönemin etik ilkelerini ve dolayısıyla ahlaki kurallarını etkilemişti. Çocukların kamusal hayattan dışlanıp eve ve oyun alanına itilmesi ise 200-300 yıllık yeni bir olaydır. Özellikle okullaşmanın icat edilmesi ile çocukluk yeni bir boyut kazanmıştır. Çocuğa dair algı ve rollerin günümüzde değişmesinde kaptalist kentleşme ve buna bağlı sosyal dönüşümlerin de payı büyüktür. Günümüzde artık etik anlayışımızı etkileyen yeni bir “çocukluk” anlayışı ortaya çıkmıştır. Bu koşullar altında dünyaya gözünü açan bizlerin çocukluğun olgunlaşmayla bittiği bir dünyayı hayal etmesi ve hatta bunu yargılaması yanlış olsa da kaçınılmaz görünüyor. Çocukluk algısının ve bununla birlikte bazı sosyal uygulamaların çağlara ve koşullara göre değişmesi buna bağlı olarak belirlenen ahlaki kuralların değişmesini de beraberin de getirse de tabii ki bazı etik değerler ve ahlaki kurallar tüm çağlarda, evrensel olarak aynı kalmaktadır. Buna ise çocuk tecavüzünü örnek verebiliriz. Örneğin beş yaşındaki bir çocuğa veya bir bebeğe tecavüz evrensel olarak kötüdür. Bu açıdan etik ilkelerin ve ahlaki değerlerin de bazı değişkenleri ve sabiteleri bulunduğunu anlıyoruz.
İşte peygamberin Hz. Ayşe ile evlilik yaşını da değişken etik ilkeler doğrultusunda ele almamız gerekmektedir. Bu açıdan bakarsak koşulları birbirinden tamamen farklı olan 2024’ün modern dünyasından 7. yüzyılın yahut modern öncesi dönemin bir takım uygulamalarını ahlaksızlık olarak yargılamak yanlış olacaktır. Çünkü bir kez daha belirtirsem her iki dönem arasında değişen koşullara bağlı olarak değişen etik değerler ve dolayısıyla farklı ahlaki kurallar bulunmaktadır. Sonuç itibariyle Peygamberin Hz. Ayşe ile evlilik yaşı etik açıdan “kötü” olarak yargılayabileceğimiz bir konu değildir. Ahlaki kuralların değişmezliğini anlamak zor geliyor olabilir, ancak unutmamak gerekir ki ahlaki kuralların belirlendiği etik değerler ve bunları doğuran koşullar değişken ahlaki kuralların tespit edilmesinde asıl belirleyici olandır.
Toparlarsak pedofilinin ne olduğunun da bu tartışmalar esnasında gözden kaçırıldığını görüyoruz. Pedofili yetişkin birinin ergenliğe/olgunlaşmaya ulaşmamış bir çocukla ilişkiye girmesidir. Gerek peygamberin Hz. Ayşe ile evliliği gerekse de eski çağlarda bahsi geçen koşullar sebebiyle yaşanan bütün erken (görünen) evliliklerde çocuklar ergenliğe ve buna bağlı cinsel ve fiziksel güce ulaştıkları için bu evlilikler pedofili sayılamaz. Çünkü tanımı gereği pedofili reşit olmayan çocuklarla ilişkiye girmektir. Nitekim Nisa suresi 6. ayetinde de evlenme yaşının onların “(rüşd) olgunlaşma” yaşlarına göre belirlenmesi gerektiği belirtilmektedir. Olgunlaşma yaşı ise değişen koşullara ve insan fizyolojisine göre değişmektedir. Hal böyleyken İslam’ın pedofiliyi onayladığını iddia etmek haksızlıktır.Ayrıca eğer Peygamberin Hz. Ayşe ile evliliği pedofili sayılacaksa modern dönem öncesi bütün çağlarda evliliklerin pedofili olarak yargılanması gerekirdi. Öyleki modernliğe geç dönemde ulaşan Türkiye gibi ülkelerde dede-ninelerimizin evlilik yaşlarının da 18 yaş altında olduğu görülmektedir. Ama buna kimse pekte pedofili dememektedir. Son olarak özellikle ateist sekülerlerin bu meseleyi daha çok İslam’a vurmak açısından kullandıklarını görüyoruz. Pedofili ergenliğe girmemiş çocukları cinsel açıdan manipüle etmekse, bugün Avrupa’da cinsiyet değiştirme yaşı 18 yaşın altındadır. 18 yaşına ulaşmadan bir çocuğa seçme hakkı, içki içme izni, ehliyet kullanma hakkı vs bile verilmiyorken cinsiyet değiştirme hakkını vermek bunu teşvik etmek düpedüz pedofiliye girmektedir. Ancak Peygamber ve Hz. Ayşe’nin evlilik yaşına gösterilen ahlaki hassasiyetin bu gibi konularda gösterilmemesi mevzunun daha çok muhaliflerini sıkıştırma amaçlı olduğunu göstermektedir.
Buraya kadar Peygamberin Hz. Ayşe ile evlilik yaşını etik ve sosyolojik bağlamda ele aldım. Ama birde ahlak felsefesi açısından bu mesele ele alınabilir ki o durumda ateizmin değil zamansal olarak değişkenlik gösterdiği için tartışmalı bir yönü olan evlilik yaşı üzerinden ahlaki bir duruşa sahip olması, 3-5 yaşındaki bir çocuğa tecavüzün bile kötü olduğunu nesnel olarak temellendiremeyeceklerini savunuyorum. Bu da olursa eğer başka bir yazının konusu olsun.
*https://x.com/_para__bellum/status/1802753197859094878
**https://www.worldhistory.org/trans/tr/2-870/antik-roma-aile-hayat/