Gazze Üzerinden İslamcılığı Yeniden Düşünmek

Gazze 200 gündür katliamdan geçiriliyor. Siyonistler sivil asker ayırımı gözetmeden kadın çocuk demeden günlerdir Gazze’yi bombalıyor. Her bombalamada onlarca insan ölüyor. Esir aldıkları sivilleri toplu infazlardan geçiriyor ve toplu mezarlara gömüyorlar. Herhangi bir savaş ahlakına sahip olmayan İsrail, hastaneleri bile bombalıyor. Şimdiye kadar çoğu kadın ve çocuk olan 34.000(otuz dört bin) insanı katletti. 70.000’den (yetmiş bin) fazla insanı ise yaraladı. 1 milyondan fazla sivili Gazze içinde mülteci durumuna soktu. Şimdilerde Refaha dönük büyük bir operasyona hazırlanıyor. Yani yeni büyük bir katliam dalgası daha yolda. Olası Refah operasyonuyla şimdiki ölü ve yaralı sayısının iki katına çıkması bekleniyor.

İşin daha kötü yanı tüm bu katliamlar bütün dünyanın gözü önünde yaşanıyor. Siyonist köpekler, herhangi bir yardımın dahi Gazze’ye girmesine izin vermedikleri gibi yardımları caydırmak için yardım görevlilerini bile katlediyorlar. Yardım almak için oluşan kuyrukları bile bombalıyorlar. Batı göbekten bağlı olduğu Siyonist lobi sebebiyle yapılan katliamlar karşısında üç maymunu oynuyor. Bunca katliama rağmen ABD’li yetkililer herhangi bir sivil ölümü tespit edilemedi diyebiliyor. Sivil ölümlerini kabul eden Amerikalı ve batılı yetkililer ise bunun sayısının çok az olduğunu, yaşanan sivil kayıplarına ise İsrail’in bilinçli bir şekilde neden olmadığını savunuyorlar. Kısaca 30binin üstündeki insan ölümünü olası savaş zayiatı olarak görüyorlar. Daha kaç tane masum insan ölmeli ki şuanki durum “olası savaş zayiatı” olmaktan çıksın şeklindeki sorulara kulaklarını tıkıyorlar. Bunlarda yetmemiş gibi İsrail’e milyarlarca dolarlık silah desteği vermeye devam ediyorlar. Medyalarında İsrail propagandası yapıyorlar. İsrail’i desteklemeliyiz çünkü İsrail ortadoğunun tek demokrasisi diyorlar. Ülkelerinde Filistin eylemlerini yasaklıyor ve eylemcileri polis şiddeti ile gözaltına alıyorlar. Bu süreçte batı her türlü insan hakları, hukuk, adalet, demokrasi şeklindeki üstün değerlerini ayakları altına alıyor. Kısacası batı hem ideolojik hem siyasi olarak her türlü argümanı kullanarak İsrail’i her türlü kahpeliğine, vahşiliğine rağmen desteklemeye devam ediyor.

Müslümanlar, tüm bunların yanında Ukrayna’da devam eden savaşı ve batının buradaki tavrını da unutmuş değil. Müslüman hafıza; sarı saçlı ve mavi gözlü insanlar öldürülüyor diyerek Ukraynadaki mazlumiyeti bayraklaştıran, Rusya karşısında menfaati gereği Ukrayna’ya milyarlarca dolar silah desteğini veren Batı’nın Ukraynadaki insani duyarlılığı neden Gazze’ye göstermediğini de sorguluyor. Böylece Batı Müslümanların hafızasında güvenilmez ve ikiyüzlü bir şekilde kodlanıyor haklı olarak.
Peki tüm bunlar olurken İslam dünyası neler yapıyor? Müslüman ülkeler; hele ki Gazze’ye komşu olan Mısır ve Ürdün gibi ülkeler ve kendisinden bir umut somut bir şeyler beklenebilecek olan Türkiye ve İran gibi ülkeler ise ciddi hiçbir somut adım atmıyorlar. Müslümanlardan beklenirken İsrail’e Uluslararası Ceza Mahkemesinde Hristiyan bir ülke olan Güney Afrika dava açıyor. Batı Siyonist lobiden bağımsız hareket edemiyorken halkı Müslüman olan ülkelerin yönetimleri ise Batıya göbek bağıyla bağlı. Batı sömürgeci ise bu ülkelerdeki rejimler kendi halkları üzerinde sömürge bekçisi görevini görüyorlar. Özünde bu ülkelere hakim olan Kemalizmler, kendi halklarına ve halkların Filistin hakkındaki taleplerine ihanete varacak düzeyde Batı’yla ve İsrail’le işbirliği içindeler.

Gazze halkı ve Müslümanlar mevcut katliamlar karşısında yukarıda kabaca çerçevesini çizdiğim bir hal içindeler. Bu manzara karşısında birazcık aklı ve vicdanı olan her Müslüman ise haliyle bir kurtuluş arayışına girişiyor. Gazze ve daha öncesinde Suriye, Irak, Afganistan, Çeçenistan gibi coğrafyalarda yaşanan katliamlar,travmalar, yalnız bırakılmışlıklar ve bu işgallerde yaşanan katliamlar karşısında özgürlükçü dünyanın ikircikli tavrı Müslüman kimliği üzerinden mevcut mazlumiyetleri ve çöküş halini geride bıraktıracak bir güç ve çözüm arayışına yönlendiriyor Müslümanları. Müslümanlar, İslamın hakim olduğu Müslüman kimliğini mevcut dünya düzeninde özne haline getirecek bir mücadele içine girişiyorlar. İşte bu mücadele ve çözüm arayışları neticesinde batıya eklemlenmeden, İslam’ı referans alarak İslam’ı sosyal, siyasi, ahlaki her açıdan belirleyici bir konuma getirmeye çalışan İslamcılık fikri ortaya çıkıyor. İslamcılık, Müslümanların dünya düzeninde özne konumunu kaybettiği Osmalı’nın çöküşünden itibaren ortaya çıkan haklı ve mazlum bir arayıştır. Osmanlı küçülürken sınırları dışında bıraktığı Müslümanların yaşadıkları acı ve katliamlar; örneğin Balkanalrdaki çekilme sonrası yaşanan katliamlar, Cezayir’de milyonlarca insanın katline varan işgaller ve benzeri tüm durumlar karşısında Müslümanlık kimliğinin sahipsiz bir konuma düşmesi İslamcılığın ortaya çıktığı zemini hazırlıyor.

İslamcılık tek bir yoruma ve pratik tecrübeye sahip değil. Ortaya çıktığı her ülkede ayrı tecrübelere, zaferlere, yanlış pratiklere, hikayelere sahip. Her türlü başarı ve başarısızlıklarıyla, doğruları ve yanlışlarıyla 19. Yüzyılın sonlarından günümüze uzanan bir tecrübeye sahip. İslamcılık 100-150 yıllık tarihinde belli zaman ve mekanlarda kesintiye uğramış, yok olduğu düşünülmüş veya yok sayılmaya çalışılmıştır. Örneğin yirmi yıllık Ak parti iktidarı sonunda Türkiye İslamcılığı yok olmaya yüz tutmuş görünüyor yahut öyle sanılıyor. Birçok yanlışı sebebiyle yahut kasıtlı saldırılarla şamar oğlanına dönmüş durumda. Kendisine yapılan eleştiri ve saldırıların bir kısmı haklı olsa da İslamcılığın beslendiği dinamikleri bilmeyenlerce yahut karşıt ideolojik eleştirmenlerce birçok yanlış eleştiriler de alıyor.

Bu eleştirilerin başında İslamcılığın İslam’ın çarpıtılmış bir yorumu olduğu, onun bazı dini grupların ortaya çıkardığı yapay bir ideoloji olduğu savunuluyor. İslamcılığın körü körüne bir batı düşmanlığından neşet ettiği, İslam’ı siyasallaştırarak istismar ettiği iddia ediliyor. Tüm bu eleştiriler ise spesifik bazı İslamcı pratiklere veya dini yorumlara dayandırılıyor. Fakat belki haklı gerekçelerden yola çıksalar bile tüm bu eleştirilerin ıskaladığı şey İslamcılığın Müslümanların birtakım reel ihtiyaçlarından ortaya çıktığıdır. Bu reel ihtiyaçlar, Gazze üzerinden düşünürsek; Gazze’deki katliamların durdurulması ihtiyacıdır. Hümanist batının Gazze’deki sivil ölümlerine kayıtsız kalmaması gerektiği ihtiyacıdır. Bir arap, araplık kimliğiyle; seküler bir insan, İnsanlık kimliğiyle Gazze’deki mazlumiyete sahip çıkabiliyorken; Müslüman kimliğiyle hayata bakan yahut Müslümanlık kimliğini diğer tüm kimliklerinin üstünde tutan dindar bir Müslümanın ise kendi kimliğiyle Gazzeye sahip çıkma ihtiyacı hissetmesinden İslamcılık doğuyor. İslamcılığı yok saymak Müslümana Müslümanlık kimliği üzerinden Gazzedeki olaylara yahut herhangi bir meseleye bakmamasını istemek demektir. Böyle bir şey mümkün olmayacağı için de İslamcılık hep bir şekilde küllerinden doğacaktır. Çünkü İslamcılığı var eden koşullar devam etmektedir.

Müslümanlar, Salman Sayyid’in ifadesiyle mevcut dünya düzeninde bir diaspora halindedirler. Yani sahipsiz, sığıntı ve içinde bulundukları toplumda/dünya düzeninde “öteki” konumundadırlar. Bir Amerikalı Amerikan kimliğine, bir Siyonist Yahudi/İbrani kimliğine sahip çıkacak onu koruyacak bir varlığa ve güce sahiptir. Peki bir Müslümanın Gazze gibi yaşadığı sayısız travmaya rağmen Müslümanlığının gereklerini yerine getirmesini ve Müslüman kimliğine sahip çıkmasını sağlayacak bir güce ve varoluşa ihtiyaç duyması neden yanlış olsun? Sonuç itibariyle Gazzedeki acılar devam ettikçe, daha birçok Gazzeler yaşandıkça ve Müslümanlar mevcut sorunlarına Müslüman kimliğiyle sahip çıkmak istedikleri sürece İslamcılık var olaca, kendi varlığını ve iddialarını bu koşullar üzerinden sürekli tazeleyecektir.

0 Paylaşımlar
0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
0
Would love your thoughts, please comment.x