Anlam ya da anlamlandırma bir şeylere “niçin” diye sorduğumuzda başlıyor. Ev niçin var? Barınmak için. Niçin sosyal bir varlığız? hayatımızı devam ettirmek için, gibi. Ben niçin varım? varlıklar neden var? niçin yaşıyorum? Niçin bu hayattayım? şeklindeki sorular ise hayatımızın yahut varlığımızın anlamı üzerine sorduğumuz sorular.
Niçin sorusuna cevap alamadığımızda hayat da anlamsızlaşıyor. Dinler insanın bu sorusuna cevap veriyor yahut veriyor gibi yapıyor. Ama işin aslı dinleri detaylıca incelediğimizde niçin var olduğumuzun cevabı yok. Verilen cevaplar herkesi bağlamıyor. Ya da Verilen bir cevap dahi yok. En kestirme ve net cevap imtihan edilmek için varız. Bu cevap sorunu çözüyor mu yoksa daha mı büyük sorunlar meydana getiriyor? Bu açıdan Ockhamlı’nın usturasından sağ salim geçiyor mu imtihan cevabı bilemiyorum. Çünkü beraberinde daha çetrefilli sorular getiriyor bu cevap. Basit cevaplara yine gidemiyoruz. Bu kez de imtihan eden kim? nasıl bir varlık? bizi neden imtihan etmeye gerek duymuş? gibi sorular kaçınılmaz hale geliyor. Ama aslında şu da doğru; eğer bir imtihanda isek cevabını bilemeyeceğimiz kadar zor sorular da olmalı. Belki de cevabını hiç bilemeyeceğimiz salt çeldirme amaçlı sorular da olabilir. Belki de “niçin varım?” sorusu dinlerin iddiaları açısından bakarsak bu hayatta cevabını veremeyeceğimiz kadar veya buna ömrümüzün yetmeyeceği kadar zor ve çeldirici bir sorudur. Peki ama cevabını bilemeyeceğimiz bir sorudan imtihana tabi tutulabilir miyiz? Bu ne kadar adil? Varoluşumuza dair tanrı, dinler veya kötülüklerin varlığı gibi meseleler de kimileri açısından önemli sorun olabilir. Tanrı var mı? Varsa nasıl bir tanrı?İyi mi kötü mü? Kötülüklere de izin vererek neyi amaçlamış olabilir? Bizimle iletişim kurar mı? Kurarsa nasıl kurar? Dinler onun mesaj kurma biçimi mi? Eğer öyleyse doğru din hangisi? filan. Herkesin önem sıralaması değişebilir. Kimisi bir tanrı veya dini rasyonel olarak temellendirebiliyorsa kendince, belki de o kişi için “niçin varım?” sorusu önceliğini yitirebilir. Ama bence bunlar arasında en can alıcı soru “niçin varım” sorusudur. Ve eğer böylesi önemli bir soruya asla cevap bulamayacaksam böyle bir soruyla imtihan edilmem ne kadar adildir?
Kimileri varlıklarını kendileri adım adım inşa ederler. Hayatlarına küçük şeylerle anlam katmaya çalışırlar. Ebeveynler genellikle çocukları ile bir yaşama sebebi edinirler. Niçin varım? sorusunun başka bir ifade biçimi de “bizi hayata bağlayan şey nedir?” sorusudur. Bu açıdan bir ebeveyni hayata bağlayan çocukları iken başka bir insanı bir uğraş, iş veya ilgi alanı hayata bağlıyor olabilir. Bir başkasını ise hayattaki başarıları veya birilerinden takdir görmek de hayata bağlanması için yeterlidir. Ya da ucundan sahip olduğu bir anlamlılık hali, hayata dair daha fazla soru sormasını gerektirmemektedir. Bu gibi insanlara saygım var. Görünen o ki birazda “hayata biz ne anlam yüklüyorsak hayatın anlamı odur.” Halbuki dinsel hakikatlerin mutlak ve herkesi bağlayıcı bir iddiası vardır. Çünkü eğer bir yaratıcı varsa varlık sebebimizin mutlak bir açıklaması da olsa gerektir. Belkide bunun etkisiyle “niçin varım” sorusuna koca bir hakikat, mutlak bir bilgi ve duyduğunda herkesin ikna olacağı net bir cevap arıyoruzdur ve bu yanlıştır. Modernliğin post’ununda post’u olan zamanlardan geçiyoruz. Hakikatin bu kadar görecelileştiği hatta silikleştiğini görmek büyük ve mutlak bir açıklama istemenin yanlış olduğunu gösteriyor olabilir. Neden olmasın? Bilemiyorum.
Bana öyle geliyor ki “niçin varım?” sorusunun net bir cevabı yok. Şahsi düşüncem, hayata hayatın içinden şeylerle anlam yüklemek de tatmin edici bir durum değil. Çünkü hayatın içinden olan her şey bizim gibi fani ve geçici. Onları değersizleştiren de bu geçiciliğin kendisi. Zaten bir şey geçiciyse o şeyin kendisi ömürler ve hayatlar ötesi asıl anlam olamaz. Hayatın içinden hayata yüklediğimiz herhangi bir anlam da bizimle birlikte “öylesine” ve “geçip gidiyor”dur. Tam da bu sıradanlık anlamsızlığı doğurmaz mı? Bence öyle. Sonuç olarak “niçin varım?” sorusuna insan aklının erdiği hiçbir cevap sıradanlıktan yani anlamsızlıktan kurtulamıyor.
Niçin şeklindeki sorularımızın cevabını alamamak yaşamı değersiz kılma tehlikesine bizi götürebilir. Batı aydınlanması skolastik akıldan rasyonel akla geçişte iki binden fazla aydınını bu anlamsızlığın sebep olduğu intiharlarla kaybetti. Bence bir şeyin cevabını bulamamak o şeyi anlamsız yapmaz sadece cevapsız yapar. Cevabı yok ile anlamı yoku karıştırmamak gerek. Burada iki türlü anlamsızlık var. Birincisi aradığımız cevabın bizzatihi kendisinin anlamsızlık olması. İkincisi arayış halinde iken yahut aramaktan yorulmuşken sorumuzun cevapsız kalmasından yani hayatı anlamlandıramıyor oluşumuzdan doğan bir anlamsızlık. İkinci durumda cevabın oralarda bir yerlerde beklediği ihtimali halen devam etmektedir. Bu durumda akla gelen ilk soru şu; varlığımızı anlamlandıramadığımız her iki durumda da, bu, hayatı hepten değersiz kılar mı? Bence hayır. Üstte hayatın içinden bir şeylerle hayatı anlamdırmanın sıradanlığından,bu geçici sıradanlığın cevap olamayacağından bahsetmiştim. Bu sıradanlık halinin varlığı anlamladırmaya yetmeyeceğini düşünsem de hala yaşamaya değer bir şeylerin olduğunu düşündürtmeye yeterli olsa gerektir. Çünkü yaşamak için minnacık bir sebep bile yeterdir. İnsan, en küçük sebeplerle dahi hayata bağlanabilen bir varlıktır. Dolayısıyla hayatın anlmasızlığının intihara götürmesi kaçınılmaz değildir, bence gerekli de değildir. Tabi eğer hayatı devam ettirmeye değecek kadar küçükte olsa değerli bir şeylere sahipseniz…
Üstesinden gelinmesi zor olan şey, değerli bir şeyler bulmak değil. Hayatın anlamsızlığını sahiden düşünebildiğinizde üzerinize çöken ve sizi felce uğratan anlamsızlık,acizlik ve boşluk duygusudur. Düşünsenize uzayın boşluğunda süzülüp giden bir kaya parçasının üzerinde yaşam mücadelesi veren basit, sıradan bir organizmasınız. Ya da en kırılgan olduğunuz zamanlarda, hayal kırıklıklarında, hayattaki vahşi rekabet ve kötülüklerin yanında bir de anlamsızlık duygusu üzerinize çökmüşse bu durum, daha bir çekilmez hale getirecektir hayatı. Bu duygunun yıkıcılığına anlık esir olsanız bile kurtulduğunuzda anlamsızlığın gerçekliğini tüm zerrelerinizle duygusal olarak tecrübe etmenin sarsıcılığı zihninizin bir köşesine mıh gibi çakılacak. Her fırsatta kendini hatırlatacaktır. Çünkü insan düşünen bir varlık olsa da sahiden düşünebildiği zamanlar çok azdır. Ama insan bir kez düşünmeye görsün… Bunun karşısında ya bir anlam bulmalı ya da anlamsızlığın bilincinizin bir yerlerinden fışkırmasını engelleyecek düzeyde, sizi hayata bağlayacak değerli şeyler bulmalısınızdır. Hayata bağlayan değerli şeyler yani başka bir ifadeyle yaşama sevinci. Böylelikle bu dünyadan geçip gidebilirsiniz.