Batılı yaşam tarzından etkilenen Müslümanların ve gayri Müslimlerin konu islamda kadına geldiğinde sordukları en yaygın soru şudur: İslam neden kadınları örtüyor? Bundaki maksat nedir?
İslam’ı derinlemesine incelememiş veya İslama belirli ön kabullerin etkisiyle dışarıdan bakan insanların bu konuda ortaya attıkları bazı itham ve iddialar mevcuttur. İslam’ın kadının özgürlüğünü kısıtladığı, erkek egemen bir zihniyetle kadının sömürüldüğü veya kadını erkekten bir alt seviyede gören yaklaşımın onu güvenlikçi birtakım düşüncelerle tesettüre mahkûm ettiği şeklindeki düşünceler günümüzde oldukça yayılmıştır.
Müslümanların modern dönemde ortaya atılan bu eleştirilere yeterince cevap veremediği, karşı düşünce üretemediği ortadadır. Bu sebeple tesettürlü kadınlarımız dahi İslam’ın neden hicab/tesettür uygulamasını kadının sosyal hayatının bir parçası haline getirdiği hakkında ikna edici izahlar getirememektedirler. Bu yetersizlik ise birçok kızımızın tesettüre bürünmekten kaçınmasına ve gittikçe artan bir oranda örtülerini çıkarmalarına neden olmaktadır.
Hicab emrinin nedeniyle alakalı en yaygın izah biçimi ise kadının erkekten gelecek tehlikelerden(haram bakış, taciz.. vs) korunması, diğer bir ifadeyle erkeğin haramdan korunması amacıyla örtünmesi gerektiğidir. Bu açıklama aslında hicabın bir sonucu, meyvesi mesabesindedir. Buna verilen en yaygın ve mantıklı tepki ise erkekler kendilerine hâkim olamıyorlar ise neden kadınlara örtünme şartı getirildiğidir. Öyle ya, erkeğin kendi şahsıyla alakalı bir sebepten ötürü kadınların neden özgürlüğü kısıtlansınki? Bu cevap ne kadar makul olsa da verilen tepki seküler bir arka plana sahiptir. Çünkü örtünmenin kadının özgürlüğünü kısıtladığı ön kabulüne sahiptir. Özgürlük modern paradigmanın sınırları içinde kalınarak düşünülmüştür.
Allah, Erkek ve Kadın olarak insanı, varlıklarını sürdürebilmeleri için belli yetilerle donatmıştır. Yapılan bilimsel araştırmalara göre erkek ve kadınlar arasındaki fark doğuştan/yaratılıştan gelmektedir. Kadın beyni ve erkek beyni farklı çalışmaktadır. Bu sebeple kadınlar daha detaylı düşünebilirken erkekler daha yüzeysel düşünür. Kadınlar süreç, erkekler sonuç odaklıdır. Bilim insanları, iki cinsiyetin beyinlerindeki fiziksel farkların, ‘erkeklerin, haritada yön bulmak ve kas kontrolü gibi konumsal alanlarda neden kadınlardan daha iyi olduğunun; kadınların ise, neden hafıza ve önsezi gibi sözel alanlarda erkeklerden daha iyi olduğunun’ anlaşılabilmesinde önemli rol oynayacağını söylüyor.1 Kısacası kadın ve erkek arasındaki fark en temelde fiziksel ve biyolojik farklar olduğu gibi, sadece bunlardan da ibaret değildir.
Neden Tesettür?
Tam bu noktada kadın ve erkek arasındaki özellikle “güç” farkına dikkat çekmek gerekmektedir. Nitekim erkekler çoğunlukla kadınlardan daha güçlüdür. Onların bu gücü, fizikseldir. Pazuya dayılıdır. Bu sebeple ağır kas gücü gerektiren işlerde kadınların “istisna” olarak çalıştıklarını rahatlıkla gözlemlemekteyiz. Erkekler bu güç sayesinde birçok alanda kadınlardan öndedirler ve onlara boyun eğdirebilmektedirler. Öyleki aile içi şiddet vakalarında da çoğunlukla2 kadınlar şiddet görmekte hatta cinayete kurban gitmektedirler. Peki erkeklere kas gücü veren Allah kadına hangi gücü vererek onu erkek karşısında dengelemiştir? Kuran’dan anladığımız kadarıyla bu sorunun cevabı kadının “cazibe”sinde yatmaktadır.
Kadının cazibesi başlı başına bir güç çeşididir. Birçok erkeğe boyun eğdirmektedir. Kadın ve erkek arasındaki kadına dayalı cazibe, dünya edebiyat tarihinde aşk başlığında genişçe yer tutmuş, müzikten, resime birçok sanata konu olmuştur. Bu cazibe bir çekim gücü olarak içerisinde bir yandan biyolojik bir ihtiyaç olarak cinselliği barındırırken, öte yandan duygusal olarak en başta sevgi duygusunu barındırmaktadır. Kadının erkek nezdindeki muhteşem cazibesine karşın erkeğin ise cinsel ihtiyaç talebi nerdeyse sınırsızdır. Erkek, Kadına her daim meyleder, ondan yararlanmak ister. Kadın ne kadar güçsüz olursa onu sömürme, ondan istediği serbestlikte, hiçbir sorumluluk taşımadan yararlanma fırsatı elde eder. Dolayısıyla kadının erkek karşısındaki en önemli gücü olan cazibe gücünün korunması gerekir. Tesettür işte burada devreye girer. İslam’da tamda bu sebeple cazibesini yitirmiş kadınların örtünme zorunluluğu olmadığı belirtilir:
“Bir nikah ümidi kalmayan, çocuktan kesilmiş yaşlı kadınların ise, ziynetlerini (yabancı erkeklere) göstermeksizin dış elbiselerini çıkarmalarında kendilerine bir vebal yoktur.” (Nur, 60)
Ayette görüldüğü gibi dış elbisenin çıkarılması ve hicabdan çıkabilmenin şartı kadının bir cazibesinin ve çekiciliğinin kalmamasına bağlanmaktadır. Yani kadının örtünmesindeki en temel maksad kadının cazibesinin, çekiciliğinin korunup erkek karşısındaki bu gücünün devam ettirilmesidir. Bu maksada bağlı olarak bazı alt amaçlar ise şöyle sıralanabilir:
Kadının kendisine zarar vermesini engellemek: Örtünme emrinin sadece kadınlara yönelik olmasının sebebi, kadının cazibesini yani gücünü, süslenme ve gösterişle ortaya koymalarındandır. Kadınlarda süslenmeye ve kendini göstermeye bir meyil vardır. Bir düşünürün ifadesiyle “kalplere ve gönüllere sahip olma açısından erkek av, kadınsa avcıdır. Bunun gibi cisme ve tene sahip olma açısından ise kadın av, erkekse avcıdır.” Erkeklerin bedenlerini gösterme ve tahrik edici süslenme çabasına nerdeyse rastlanmaz. Fakat kadınlar erkekleri etkilemek, onların kendilerine ilgi duymalarını sağlamak isterler. Böylelikle Hicab emri erkeklerin dikkatini çekmek için bütün cazibesini ortaya koyacak bir giyim ve süslenme çabasındaki kadınların nefislerine uymalarını engeller. Çünkü bu durum kadının cazibesini sıradanlaştıracaktır. Bu noktada Hicab, kadının kendi gücünü sıradanlaştırıp kendisine zarar vermesini engeller.
Cinsellikten ibaret olmayan bir kadın-erkek ilişkisi sağlamak :Hicab, kadınla erkek arasına bir sınır çeker ve bunu devam ettirmeyi gerektirir. Bu sayede kadının erkek karşısında gücünü korurken erkek nezdinde sadece bir et parçası değil iffetli ve saygı duyulması gereken biri olarak kabul edilmesini sağlar. Bu sebeple Kuran’da “Ey peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, dış giysilerini üzerlerine bürünsünler. Bu, tanınıp rahatsız edilmemeleri için en uygun olanıdır. Allah ziyadesiyle bağışlamakta ve çok esirgemektedir.”(Ahzab, 59) buyrulmuştur. İffetli tutumu sayesinde kadın cazibesini hoyratça kullanmayarak bedeniyle değil şahsiyetiyle erkeğin karşısında var olacaktır. Çünkü erkeklerle olan ilişkisini sadece hayvani bir güdü olan cinsellik üzerine değil sadakat, saygı, sevgi gibi insanı insan yapan ahlaki değerler ile de sürdürmektedir. Günümüzde bazı tesettürlü bayanlara olan güvenin azalmasının sebebi böylelikle ortaya çıkmaktadır. Bu insanlar vücutlarının bir parçasını örtmekle örtünme emrine kısmen, biçimsel olarak riayet ederlerken, bu emrin özünden habersizdirler.
Hicabın kadının şahsiyetini ve ahlakını öne çıkarması onları kötü niyetlerle rahatsız etmek isteyen veya onlarda kendilerine bir yol arayan ahlaksız erkeklerin ümitlerini azaltacaktır. Bu sayede hicaba bürünmüş kadınlar daha az rahatsız edileceklerdir. Yine tarihte tesettürün olduğu toplumlarda özgür, iffetli ve onurlu kadınların bu statülerini tesettür ile ortaya koyduklarını, kölelerin ve ahlakı düşük kadınların ise örtünmedikleri bilinmektedir. Bu yaklaşım, İhsan Eliaçık, Adnan Oktar, Yaşar Nuri Öztürk gibi şahısların, Ahzab 59 ayetini, hür ve cariye kadının ayırt edilmesine indirgeyen tarihselci yorumlarını da çökertmektedir. Çünkü tanınmak ve rahatsız edilmemek ifadesi, o dönem için hicab giyen kadının özgür ve iffetli olduğu imajını sağlarken, hem Medine döneminde hem de “açıktan” köleliğin olmadığı günümüz toplumlarında kadının şahsiyetiyle var olmasını ve korunması halini ifade eder. Bu durum hicabın bir sonucudur. Örtünmenin asıl maksadını Nur suresi 60. ayetini, “kendisinden ümit kesilen kadınlar” bağlamından merkeze alarak izah etmek aynı zamanda bu tür tarihselci fikri sapmaların engellenebilmesi adına felsefi açıdan daha tutarlıdır. Çünkü genel olanın özel olana önceliğini savunan Kuran’ın bilgi yöntemi(tefsir usulü) bunu gerektirmektedir.
Erkeğin kadına muhtaç olmasını sağlamak: Erkekler sahip oldukları fiziki gücün verdiği özgüven ile haddi aşabilirler. Kendilerine ilgi ve ihtiyaç duymadıkları kadınları değersizleştirir, onların, kendi hayatlarındaki fonksiyonlarını işlevsizleştirebilirler. Öyleki kadının günübirlik kullanılan en adi bir eşya kadar dahi değeri kalmayabilir. Kadında erkeği çeken, ona boyun eğdiren bir güç olması gerekir ki kadın ve erkek arasındaki ilişki karşılıklı ve değerli hale gelebilsin. İşte bu noktada kadının cazibesi bir güç olarak kendini gösterir. Erkeğin kadına cinsel, duygusal ve sosyal olarak meylini bu cazibe gücü sağlar, kolaylaştırır ve mecburi hale getirir. Kadınlar erkek hayatının vazgeçilmezi olurlar. Aralarında sevgi ve ünsiyet oluşur. Kadınlar erkeklerin fiziki gücünden yararlanırken, erkeklerde kadınların cazibesinden yararlanır. Böylelikle ayette belirtilen “Kendileri ile huzur bulasınız diye(Allah’ın) sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi…” (Rum 21) durumu meydana gelir. Bu karşılıklı yararlanma durumu iki tarafı birbirine muhtaç hale getirir.
İnsan neslinin devamında kadının cazibesinin korunması oldukça önemlidir. Hicabın olmadığı ve kadın erkek ilişkisinin nikah gibi ağır evlilik sözleşmeleri ile korunmadığı bir ortamda kadının cazibe gücünün bir anlamı kalmaz. Böyle toplumlarda erkeğin kadına ulaşması kolaylaştığı için kadınların erkek hayatındaki vazgeçilmezliği azalır. Oluşan cinsel serbestlik ortamında erkeğin kadınla girdiği ilişkinin sorumluluğunu taşımasına gerek kalmaz. Bu ilişkiden bir çocuk meydana gelse yükü anneye bırakıp kaçması kolaylaşır. Doğum önleyici yöntemlere başvurulması insan neslinin ve aile kurumunun devamlılığını tehdit eder. Bu da kadın erkek ilişkilerinin sarsıcı, güvensiz, psikolojik ve sosyal bozulmalara neden oluşacak bir hale gelmesine neden olur. Bu bozulma sadece ikisini etkilemekle kalmaz, anne babası boşanmış çocukların hayatını da olumsuz etkiler. Kadınların cazibesinin kaybolduğu, cinsel hayatın sağlıklı yürümediği toplumlarda LGBTİ+ dediğimiz farklı cinsel yönelimler meydana gelir. Bu cinsel yönelimlerin hiçbirisi üreme ve nesli devam ettirmeye müsait değildir. İnsan neslinin devamlılığı bu durumda da zarar görür.
Son olarak belirtmek gerekir ki tesettürün olmayışı son yüz elli, iki yüz yıllık dönem için geçerlidir. Modern döneme kadar dünya tarihinde Mısır, Mezopotamya, Çin, Roma, Yunan vd. tüm medeniyetlerde kadınların örtünmesi aslolan bir durumdu. Liberalizm, Sosyalizm, Feminizm gibi modern ideolojilerin beyin yıkayıcı tahakkümü sebebiyle modern insan, tesettürün olmayışının ve çıplaklığın normal olduğu aksi durumların ise anormal olduğu yanılgısına kapılmıştır. Peki İslam’a kadını tesettüre sokarak onun özgürlüğünü elinden aldığını iddia eden bu ideolojiler kadını daha mı iyi bir noktaya getirmişlerdir? Kendisi dışındaki tüm insanlarla; dişiyle, tırnağıyla, mahrem olması gereken vücuduyla vahşi bir rekabet içine soktukları kadına nasıl bir mutluluk ve psikolojik-ruhsal rahatlık sunabilmişlerdir? Sağladıkları bir takım arızi faydaları dışında ağırlıklı olarak kadının sömürülmesinin önüne geçememişlerdir. Özgürlük, eşitlik gibi süslü sloganlar ile kadınlar evlerinden çıkartılıp kapitalist sistemin çarkında kullanılmaktadırlar. Fabrikatörler, Sermaye sahipleri kadının çalışması sayesinde en az erkek nüfusu kadar, ucuz iş gücü elde ettiği gibi üretim-tüketim piyasasını genişletmişlerdir. Reklam, Pazarlama, medya ve birçok sektörde kadının bedeni bir meta haline getirilmiştir. Tesettürün olduğu bir toplumda, kapitalist baronlar bir kadının bedenini acaba nasıl kullanabileceklerdi? Görüldüğü gibi eskinin açıktan köleliğinin aksine bugünün gizli emek ve beden sömürüsüne dayanan köleliğinin de önünde tesettür bir engeldir. Bu haliyle bile tarihte olduğu gibi günümüzde de özgürlüğün sembolüdür ve Ahzab suresi 59. ayetinin kapsamındadır dersek abartmış olmayız. En mahrem alanları ve kutsal değerleri dahi tüketim malzemesi olarak kullanmaktan çekinmeyenler acaba gerçekten kadının özgürlüğünü mü istiyorlar yoksa kadına ulaşmanın özgürlüğünü mü?