Necip Fazıl Kısakürek’in Türk-İslam Sentezi

Necip Fazıl Kısakürek, İslamcı mahallede üstad kabul edilen bir isim. Nitekim İslami değerlere yaptığı vurgu ve büyük edebi kişiliği sebebiyle bu mevkiyi hak ediyor. Ancak düşünce yapısı yeterince tahlil edilmiyor. Halbuki Necip Fazıl’ı alırken İslama eklemlediği Türkçülük sosunu gözardı etmemek gerekir. En hafifiyle Türklüğü ulusalcı bir formda bir üst kimlik olarak dayatan, Ümmet içerisinde tesbihin imamesi olarak gören bu zihin yapısının farkında olmak; daha sahih ve kitabi,Türk-islam, Arap-İslam,Fars-İslam gibi aslında ümmet şuurunu zedeleyecek fonksiyona sahip bir İslam anlayışından azade olmamızı  sağlayacaktır. Türkler İslamiyete hizmet etmeleriyle övgüye layık bir millettir. Ama aynı şekilde de Araplar da İslamiyete hizmeti sebebiyle övgüyü hak eden bir millettir.Herhangi bir kavme İslama hizmet üzerinden ayrıcalıklı bir konum vermek, üstünlüğün takvayla olduğu kriterinden uzaklaşmaktır. Ayrıca dikkat  edilmesi gereken bir diğer husus, burda itiraz ettiğimiz milliyetçiliğin her türlüsü, anadolucusuyla, maddecisi,ruhçusuyla her çeşit milliyetçiliğin ümmet şuuruna zarar verdiği gerçeğidir. Yoksa sorun Türk olduğunu ifade etmek, kavmini sevmek değildir. Türk olmak tıpkı Kürd veya Arap olmak gibi Allah’ın bir ayeti olmak şerefidir. Bu sebeple itirazımız Türk olmak değil, Türklüğü Türkçü bir zihinle ifade etmeğedir. İslamı sadece İslam ile değil Türk İslam ile ifade etme gereği duymağadır.

Nitekim bu Türkçü doku ile Necmettin Erbakan’ın ümmetçi dokusunun uyuşmaması sebebiyle, Necip Fazıl Kısakürek, Erbakan’la yollarını ayıracak, kendisine “Şerbakan” partisine “Milli Melanet Partisi” diyecektir. Erbakan’ı çok ağır hakaretlerle suçlayan Necip Fazıl’ın bu eleştirileri için Raporlar 3,4,7,9 kitaplarına bakabilirsiniz. Kendisinin MHP’ye yanaşması üzerine “Yedi Güzel Adam”dan Cahit Zarifoğlu, Akif İnan ve Erdem Beyazıt Büyük Doğu dergisine sağdaki itirazla yazı yazmayı bırakmışlardır.

Necip Fazıl’dan İsmet Özel’e Türk-İslam şeklinde vuku bulan bu kafa karışıklığının sebebi, kanaatimce, Milliyetçilik öncesi Osmanlı’da Batılıların Müslümanları kast ederken Muhammediler,Barbarlar,Araplar gibi ifadeleri kullanmalarının yanı sıra Türk kelimesini de kullanmalarıdır. Daha milliyetçiliğin çıkmadığı bir dönemin şartları içerisinde yapılan  Türk ve Müslüman eşitlemesinin, bu kafa karışıklığında önemli yeri vardır.Hatta Alparslan Türkeş dahi “Türk müsün, Müslüman mısın? gibi sorular cehaletten ileri geliyorsa aptalcadır.” diyerek Laik kimliğine rağmen bu eşitlemeyi devam ettirmeye çalışıyor.

Milliyetçilik sonrası bir dönemde Kemalizmin, ümmetten ulus yaratma projesi sırasında, aslında diğer kimlikleri yok saymak amaçlı olarak Türklüğü bir üst kimlik olarak dayattığı tarihi bir vakıadır.  Necip Fazıl örneğindeki gibi Türk-İslamcı düşüncenin Türklüğü bir üst kimlik olarak tanımlama çabası bu noktada Atatürk Milliyetçiliği ile örtüşmektedir. Halbuki ulus devletçi toplum mühendisliğinden vazgeçildiği taktirde böyle bir dayatmaya gerek kalmayacaktır. Bu anlayışın bu topraklara uymadığının en büyük kanıtı da cumhuriyetin kuruluşundan beri gerçekleşen isyanlar, terör eylemleri ve süregelen hak talepleridir. Tüm bunlar Kemalist Türkçülük dayatmasının sebep  olduğu doku uyuşmazlığıdır. Her şeyi dış güçlerle açıklama hastalığı bu hakikati görmemize engeldir. Daha acı olanı ise Türk-İslam sentezi gibi düşüncelerle Kemalist rejimin müslümanları ve İslamı kullanarak kendini yenilemesi ve varlığına bekçi haline getirmesidir.

Üstad Necip Fazıl’ı MHP gibi Türkçü, Batıdan ithal bir milliyetçilik ile buluşturan Türk-İslamcı fikir yapısını, yine Türk İslamcı bir kalemden okuyalım.

NECİP FAZIL VE TÜRKLÜK MESELESİ
Prof. Dr. Nurullah Çetin

Bugün farklı düşünce çevrelerinde Necip Fazıl, olduğundan farklı anlaşılmakta ve anlatılmaktadır. Özellikle milliyetçiliği konusunda çok fazla yanlış yargılar yayılmaktadır. Onun bütün eserleri topluca okunmadığından hem iyi hem de kötü niyetli kişi ve çevreler Necip Fazıl’ı genellikle Türk düşmanı, milliyetsiz, milliyetçilik düşmanı ve sadece İslamcı, salt İslam ümmetçisi bir fikir adamı olarak lanse ediyorlar. Necip Fazıl kendi gerçek kimliği içinde sunulmuyor. Türk düşmanı güya İslamcı çevreler onu salt ümmetçi bir figür olarak sunarken, İslam düşmanı güya Türkçüler de onu Türk düşmanı bir kişi olarak takdim ediyorlar. Yani her iki kanat da kendi ideolojik amaçları doğrultusunda bir Necip Fazıl figürü üretiyorlar. Halbuki o, hayatını tamamladı ve eserleri de topluca yayınlandı. Dolayısıyla bir bütün olarak hayatı ve eserleri incelendiğinde gerçek bir Necip Fazıl ortaya çıkıyor. Tarihsel değerlerimizi siyasi çığırtkanlardan bağımsız, nesnel, bilimsel araştırma ve incelemelere dayalı olarak tanımalıyız. Gelelim onun Türk milliyetçiliği ile ilgili düşünce ve yaklaşımlarına. Hemen başta vurgulayalım, Necip Fazıl Türk-İslam Sentezine inanmış bir milliyetçidir. Bunun yanında Türk milliyetçiliğine ait İslam öncesi Türklük gibi bazı hususlarda, Atatürk ve Ziya Gökalp gibi bazı Türkçüleri değerlendirmelerinde yanlış algılama ve değerlendirmeleri de vardır.
*Milletin Adı: Bugün Necip Fazıl’ı üstat olarak gören ve izinden gittiğini söyleyen bir kısım güya!.. İslamcı güruh, milletimizin adını hemen hemen hiç anmadıkları gibi unutturmaya, silmeye ve yok etmeye çalışıyor. Halbuki üstatları Necip Fazıl bu ibiş tayfasının tam tersine gururla, kıvançla, göğsünü gere gere Türk adını söylemekten ar etmiyor. Necip Fazıl hemen hemen bütün yazı ve konuşmalarında milletimizin adı olan “Türk” kelimesini mutlaka söyler. Bu millete “Anadolu milleti”, “Türkiyeliler”, “milletimiz” gibi uyduruk isimler bulma ve üretme derdine düşmemiş, Türk’ten başka bir ad verme gereği duymamıştır. Yani onun için milletimizin bir adı vardır; o da ”Türk milleti”dir ve bu ad hiçbir zaman bir sorun haline getirilmemiştir.
Önce Necip Fazıl’dan bir cümle: “Yalnız ve yalnız Türk çocuğunun, Türk gencinin, Türk ihtiyarının, Türk kızının, Türk kadının, Türkün, Türklüğün ve Türk vatanının madde ve ruh hakkını müdafaa eden biz, yılmak, bezmek, dönmek, susmak şöyle dursun, tam şahlanmasının mevsimine arife günü kadar yaklaşmış bulunuyoruz. Sabah yakındır!” (BE 49, s.73)
Necip Fazıl’ın bu 6 satırlık tek cümlesinde tam 8 kere “Türk” kelimesini zikretmesi, bugün Türk demeyi günah ve ırkçılık zanneden güya İslamcı tayfanın dudağını uçuklatacak bir durumdur. Bu cümleyi bugünkü bir yazar kursa demediklerini bırakmazlar. Ne ırkçılığı kalır, ne faşistliği.
*Millî Kimlik Tanımı: Necip Fazıl kendisini Türkiyeli, Anadolulu, demokrat, muhafazakâr demokrat, liberal, komünist gibi saçma sapan uyduruk adlarla değil, tamamen yerli ve millî bir adla tanımlar. O kendi milliyet kimliğini “Müslüman Türk” olarak algılar, sıkılıkla ve yaygın biçimde bu tanımlamaya vurgu yapar. Şöyle der:
“Biz pazarlıksız Müslümanız! Su katılmamış Anadolu Türküyüz!” (BE 49, s.9)
Burada su katılmamış Anadolu Türkü ifadesi başka ırklarla karışmamış saf Türk olmayı işaret eder. Necip Fazıl’ın öğrencisi olduğunu iddia eden siyaset esnafının dudaklarını uçuklatacak bir kimlik tanımı.
*Milliyetçiliğe Yüklediği Anlam: Necip Fazıl Türk milliyetçiliğini ırkçılık, kavmiyetçilik değil Türk-İslam milliyetçiliği olarak algılar ve bu tür bir milliyetçiliği esas alır. İslam’dan soyutlanmış, İslamsız bir milliyetçiliği kabul etmez. Şöyle der:
“Milliyetçiliği, birbirini koklaşarak ayırt edici hayvanların madde alakası şeklinde değil, ruhî muhtevayı temsil ve onun en güzel kokusunu yayma biçiminde anlayan ve Afrikalı siyahiye kadar dağıtılması imkânsız her oluşu sakat ve kısır sayan” (BE 28, s.278)
*Türk-İslam Milliyetçiliği: Necip Fazıl iki temel değeri bir araya getiren yani Türklük ve İslamlığı birleştiren, millî ve dinî değerlerden örülen bir milliyetçilik anlayışını benimsemişti. Bu milliyetçiliğin adı da Türk-İslam milliyetçiliğidir. O pek çok yazı ve konuşmasında buna özellikle vurgu yapar. Türklükle Müslümanlığı birbirinden ayırmaz. Bugünkülerin yaptığı gibi Müslümanlık adına Türklüğü yok saymaz. Türklük adına da İslam’ı yok saymaz. Şöyle der:
“Abbasiler devrinde gölgelenen ve paslanan İslam, nihayet Orta Asya çöllerinden kasırga gibi esici, yeni insan ve kâinattan habersiz fakat saffetli ve lekesiz bir ırkın eline geçti. İsmi “Türk” olan bu ırk, ilk defa ruhunu İslam teknesinde yoğurdu, düşünebilme haysiyetine İslam’da kavuştu. Kahramanlıkla aşk ve imanı bir araya getirince de 16. asra kadar dünyanın en büyük imparatorluğunu İmperium Romanum’a taş çıkartan imparatorluğunu kurdu. Üç kıtadan ibaret medeniyet dünyasının kilit noktasına çöktü ve Seyfü’l-İslam İslam’ın kılıcı oldu.” (BE 28, s.240)
Necip Fazıl iki temel değere; Türklüğe ve Müslümanlığa bilinçli bir şekilde bir kimlik değeri olarak sürekli vurgu yapar. O adeta bütün Türk milletinin kendilerini tanımlarken, yabancı sıfatlar yerine tamamen yerli ve millî bir ad olarak “Müslüman Türk” adının korunması gereği üzerinde durur. Şöyle der:
“Namusun değersiz hale getirildiği bir hengâmede ‘Müslümanım ve Türküm!’ diyen ve hedefi bu ulvî gayede toplayan bir gençliğe resmî ve hususî bir katliam yapılmakta ve yaptırılmaktadır.” (BE 66, s.59)
“Ülkü Ocakları ırkçılığa ve posacı milliyetçiliğe biraz fazla kaçan renklerini henüz bir aykırılığa zemin açılmamışken madde ve zevki Türk, ruh ve ahlakı Müslüman ve maddeyi ruha tabi kılıcı bir sentez içinde kıvamlandırmalı ve takdirkârı olduğumuz aksiyon kabiliyetini böyle bir hüviyet içinde pırıldatmalıdır.” (BE 29, s.103)
“Üstelik, insan hangi dine geçmek isterse şartlarını öğrenip “ben oyum!” demesi yeterken, mahkeme duvarlarına mürtedlik afişi asmağa kalkışmak, Türk ve Müslüman doğmanın pişmanlığını haykırmak, havsala almaz küçüklük…”(BE 30, s.139)
*Posa Milliyetçiliği: Necip Fazıl genel anlamda gerçek Türk milliyetçiliği fikrini benimsemiş bir Türk aydınıdır. Ancak zaman zaman gerçek milliyetçiliğe aykırı gördüğü bazı sapmaları eleştirmekten de geri kalmaz. Nitekim milliyetçilik görüntüsü altında çarpık bir milliyetçi tavrı o “posa milliyetçiliği” olarak nitelendirir:
“Komünizmanın karşısına gerçek din, yani İslamiyet’ten başka hiçbir şeyle çıkılmaz! Ne felsefeyle, ne posa milliyetçiliğiyle ne de ona zıt iktisadi mezheplerle…” (BE 28, s.48)
Necip Fazıl’a göre posa milliyetçiliği, İslamiyet’i reddeden, Batının güdümüne girmiş kişilerin milliyetçilik davasıdır. Bunu şöyle açıklığa kavuşturur:
“Masonluk ve kozmopolitliğin mikrop yuvalarını devlet ve cemiyet mafsallarına yerleştirdiği, ortalığı Jön Türk isimli pembe kıçlı ve tek gözlüklü Batı hayranı maymunların kapladığı, İslam vecdi yerine başka bir heyecan tedariği içinde kabuk ve posa milliyetçiliğinin tezgâhlanmaya doğru gittiği, olanca gerilik suçunun İslamiyet’ten bilinmeye başlandığı ve bütün bunların modalaştığı, kibarlaştığı, salonlaştığı, banklaştığı, edebiyatlaştığı, politikalaştığı, mektepleştiği ilk devirlerde. “ (BE 28, s.119)
Necip Fazıl milliyetçiliği ırkçılık olarak anlamaz ve böyle algılayanları eleştirir:
“Milliyetçiliğin birbirlerini artlarından koklayarak tanıyan dört ayaklı mahluklarda olduğu gibi, bir deri, kemik ve kan meselesi olmadığı, posa, kabuk ve zarf yerine, cevher, öz ve mazruf davası olduğu doğru mu, yanlış mı?” (BE 66, s.28)
*Ülkücüler: Son yıllarında MHP, Alparslan Türkeş ve Ülkücülere büyük bir yakınlık ve sevgi duyan, onları hem yönlendiren, hem yazılarıyla hem de eylemleriyle destekleyen Necip Fazıl, MHP’nin gençlik kolları gibi iş gören Ülkücülerle ilgili genellikle övücü sözler söyler. O ülkücüleri bu vatanın maddi ve manevi ırzına musallat olan Komünistlere karşı bir hisar olarak görür. Ülkücü gençlik, Allah’ın Türk ruh kökünün, tarihinin, namusunun savunucusudur ve sonuna kadar bu savunma yolunda gidecektir. (BE 66, s.270)
Necip Fazıl bir yazısında ülkücülerin yaptıkları işin önemini bir yazısında şöyle dile getirir:
“Mücerret ruh diplomalarını bağlamak zorunda oldukları aksiyon üzerinde şu andaki tavırlarına ait herhangi bir kıymet hükmü koymaktan kaçınarak ve bu kıymet hükmünü İslâm’dan başka hiçbir noktayla iliştirmenin mümkün olmadığını kaydederek majüskül harflerle vatan semalarına şu mahyayı çekmek isterdim.
EĞER ÜLKÜCÜLER OLMASAYDI,
BU VATAN ÇOKTAN ELDEN GİTMİŞTİ!
1960 gece baskınının, için için kaynayıp 10 küsur yıl evvel patlak verici neticesi olarak baş kaldıran ve tepesine derhal bir devlet ve hükûmet şahmerdanının inmediğini gören ve boyuna azan komünizma, hatta Demokrat Parti devrinin sonlarında başlattığı hareketi, şu bu kanallardan geçirerek bugün Türk’e karşı umumî bir katliâm haline getirmiş ve eğer Türk devlet ve milleti hâlâ ayakta durabiliyorsa bu da, Ülkücülere ait bir şeref olarak tecelli etmiştir. Riyazi hakikat budur; fakat kimde göz var ki, görebilsin!..
Bu saf, temiz çoğu şiddetle Müslüman Anadolu gençlerinin şimdiye dek verdikleri yüzlerce kurban, komünizma tanklarına engel olmak için kendilerini çelik paletler altına atan fedailerdir; ve şu anda ruhî formasyonları ne gösterirse göstersin, sadece küfre karşı hamleleri bakımından milletçe baş tacı edilecek kıymettedir.” (BE 66, s.23-24)
Necip Fazıl vatanın ve İslam’ın gerçek anlamda fedai kahramanları olarak gördüğü Ülkücüleri o kadar sevmekte ve o kadar yüceltmektedir ki onları desteklemeyecek Müslümana Müslüman demiyor hatta kâfirden daha aşağı bir din tahripçisi olarak görüyor. Şöyle diyor:
“Türk’e, her şeyden önce İslam’a, tarihe, an’aneye, maddesi ve manasiyle Türk’ün ruh köküne saldıran, manada Moskof veled-i zinalarının karşılarına aldığı hedef, bugün sadece Ülkücüler…
Onların böylesine ulvî bir manaya ehil olup olmadıkları ayrı mesele; fakat kendilerine bu mananın yakıştırıldığı, bir laboratuar gerçeği… Niçin, halis Türk Talebe Birliği başta olmak üzere öbür milliyetçi ve mukaddesatçı topluluklara saldırmazlar da Ülkücülere çullanırlar?.. Çünkü öbürlerini pörsük ve gevşek görüyorlar da onun için…
Hançeremizde “İslâm, yalnız İslâm!” nidasının yivlerinden başka ses kaydı olmayan ve 40 yıldır bu sayhayı koparan biz, avaz avaz haykırıyoruz ki, Ülkücüleri mahrum bulundukları iddia edilemeyecek olan bu gayeye büsbütün perçinlenme şartiyle desteklemeyecek müslüman, müslüman değildir; ve Moskof kâfirlerinden aşağı ve belki daha zararlı bir din tahripçisidir.
Her gün nice felâketlere uğratılan, işittiğime göre nikâhlı zevcelerine kadar tecavüz edilip öldürülen, fakat haberleri sızdırılmayan bu elmas gençleri, üzerlerindeki tozu alıp ve bazı çizgilerini düzeltip, muhtaç olduğumuz dinamik gücün bilmem kaç milyon silindirli motoru hâline getirmek, her müslüman için farz olan cihadın başlıca farzlarından biridir ve buna “hayır!” diyecek kim varsa, sade vatan haini değil, din suikastçısıdır.
Allahın, Ülkücülere lâyık gördüğü fedakârlık nasibine tam lâyık olmaları için elimizden geleni yapalım ve şimdilik, özlediğimiz neslin fideliğini onlardan başka hiçbir zümrenin vaadetmediğini bilelim!..
Yeter artık bu gaflet, hamakat, rehavet ve enaniyet!..”(BE 66, s.79)
Yazımızı Necip Fazıl’ın kim olduğunu bizzat kendi tanımlamasıyla bitirelim:
“Ben buyum:
1.Milliyetçi-Anadolucu (Kopya Avrupacılığına zıt, Avrupa emperyalizmasına zıt)…
2.Ruhçu (Maddeciye zıt)…
3.Maveracı (Hem softaya zıt, dinsize zıt) …
4.Şahsiyetçi- keyfiyetçi (Başıboş fert haklarına zıt, standart ölçülere zıt)…
5.Mülkiyette tahditçi (Büyük ferdi sermayeciliğe
zıt)…
6.Sanat, fikir ve ilimde tecritci – safiyetci (Köksüz ve kabataslak teşhis sistemlerine zıt)…
7.Kafa ve ruh mümtaziyeti bakımından sınıfçı (Anti-demokrat)…
8.Tek görüş etrafında müdahaleci (Anti-liberal)…
Bugünkü dünya rejimlerine nispetle öz:
Hususî bir görüş zaviyesinden anti-komünist, anti-faşist, anti-liberal.
İşte benim ana hatlarım! Bunları fikir namusu zoruyla ve serlevha ağzıyla bildiriyorum. Ta ki beni okumaya ve aramaya zahmet edenler, hücremi bu anahtarla açsınlar. Böylece ne olduğunu haber veren ölçülerin, nasıl olduğu meydana çıkacaktır. Bu nasılın mimarisi üzerinde mısradan destana ve fıkradan kitaba kadar hak sahibiyim. 1 Mayıs 1939” (BE 30, s.104-105)

Aynı yazarın Necip Fazıl üzerinden Türklüğü Kemalist ulus devlete uygun bir formda yani üst kimlik dayatması şeklinde ele alan bir diğer yazısı için buraya bakabilirsiniz.

0 Paylaşımlar
0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
0
Would love your thoughts, please comment.x