Bir yönetim sistemi olarak Hilafet ve Demokrasi arasında aşağıdaki temel alanlarda karşılaştırma yapıldığında Hilafetin günümüz ihtiyaçlarını gidermede oldukça eksik kaldığını görmekteyiz. Bu sebeple ısrarla hilafetçilik adına demokrasi düşmanlığı yapmanın bir anlamı yoktur. Hilafet İslam’ın olmazsa olmazı değildir ve tarihsel bir kurumdur. Tarihi görevini doldurmuştur ve günümüzde artık kendisine bir ihtiyaç kalmamıştır. Bugün farklı ülkelerin ortak tecrübesiyle demokrasi gibi çok daha gelişmiş bir model bulunmaktadır. Şimdi kısaca iki model arasındaki eksiklikleri sıralayalım:
1-Hilafet modelinde seçimin hangi esas ve hukuki düzenlemelere göre yapılacağı belli değildir.Bu sebeple tarih boyunca iktidar değişimleri ya zorbalıkla olmuş ya da İslam’ın liyakat ilkesi göz ardı edilerek saltanat yoluyla babadan oğula geçmiştir. Yöneticiyi kim belirleyecek? Hangi yetkiye dayanarak belirleyecek? Halkın yönetici seçiminde rolü ne olacak? Yönetimi elde etmenin şartları nelerdir? Görev süresi olacak mı olmayacak mı? Olmayacaksa neden olmayacak? Yönetime aday olunabilir mi? vs. Bu gibi sorular artırıldığında Demokrasinin daha sistemli ve net bir içeriğe sahip olduğunu görüyoruz.
2-Hukuku ihlal eden, baskı ve şiddete yönelen yöneticileri, hangi hukuki kural, yöntem ve mekanizmalara başvurarak azledeceğiz? Hilafet tarihinde birçok yönetici zalim olmasına rağmen insanlar yöneticiye itiraz edememişlerdir. Birçok halifenin ve adamlarının işlediği zulümler meşhurdur. En meşhurlarından birisi Kerbela olayıdır. Yine en meşhur zalimlerden birisi Haccac-ı Zalim’dir. Seçim yoluyla iktidara gelip-gitme imkanı olmadığı için bu zalimler ömür boyu yöneticilik yapmışlardır. Demokrasilerde ise yöneticiler bir daha seçilebilmek için halka şirin görünmek ve hizmet götürmek zorundadırlar. Gerçekten Demokrasinin uygulandığı hiçbir ülkede, kendi halkına zulmetmesine rağmen iktidarda kalan hiçbir yönetici olmamıştır. Çünkü seçim mekanizması sayesinde bu kişiler yaptıklarının karşılığını en azından sandık yoluyla almışlardır.
3-İslamda siyasal katılım ve muhalefet hakkı vardır. Ancak hilafet modelinde bu haklar hangi kurum ve kurallar dahilinde yapılacaktır? Muhalefet örgütlü mü örgütsüz mü olacaktır? Kılıç hakkına basvurulmadan önce ne türden yasal siyasi imkanlara başvurulacaktır? Bu noktada İslam tarihinde muhalefet etmenin önü itaat kültürüyle tıkanmıştır. Öyle ki açıktan kral-halifeyi eleştirmeyi günah sayan alimler bile çıkmışlardır. Sadece ulema halifelerin keyfi uygulamalarına karşı halk için kalkan olmuşlardır. Bu ise belli bir sistematiğe dayanan örgütlü bir muhalefet olmadığı gibi çok defa da yeterince etkili olmamıştır. Halbuki İslam’ın sonraki devirlere göre daha doğru tatbik edildiği dört halife döneminde Aday olma hakkı, seçim ve biat, istişare gibi ilkeler işletilmiştir. Ancak kurumsallaşamadan yerini saltanatçı hilafete bırakmıştır. Demoraside ise yönetimi denetleyen anayasal sistem ve hukukun üstünlüğü ilkesi ve bunları sağlayan Anayasa mahkemesi, Ysk, Stklar gibi denetleyici mekanizmalar ile yönetime haklar çerçevesinde katılım gerçekleşebilmekte, halkın razı olmadığı yöneticiler değiştirilebilmekte hatta ülkeyi ilgilendiren ciddi kamusal meselelerde halka sorularak (referandum) hareket edilmektedir. Yönetimin ve kararların akibeti bir kişinin dudakları arasından çıkan söze bağlı değildir. Bu kişiyi de gerektiğinde istişare kurulları olan meclisler denetleyebilmektedirler.
4-İktidar şiddet kullanılmadan ve hür seçimlerle nasıl el değiştirecektir? Hz. Ali döneminde yaşanan belirsizlikler, sonrasında Muaviye’nin kapısını açtığı saltanat rejimlerinde çoğunlukla kan dökülerek yahut zorbalıkla iktidarın el değiştirmesi bu konudaki belirsizlikle alakalıdır. Ancak Demokrasilerde egemenlik millete aittir. Yani millete sorulara yönetici tayın edilir. Halka rağmen biat/oy toplanılamaz. Demokrasi zaten başlı başına bu tür bir zorbalığın aşılması için üretilen bir çözümdür.
5-Secilecek halifenin “kureyşten olması” şartı çok uluslu bir İslam dünyasında nasıl anlaşılmalıdır? Yönetici illa Araplardan mı olmak zorundadır? Şii ulema zaten ehli beyt şartı getirerek yönetimi kan bağına dayandırmıştır. Sünni ulemanın bir kısmı Kureyşten olma şartını tarihselcilikle aşma çabası gösterse de çoğunluğunun görüşü halifenin Peygamber kabilesinden olmasından yanadır. Halbuki yönetimde esas olan liyakat ve adalettir. Kureyş kabilesinden liyakat taşımayan bir adam bulunamadığı zaman ne olacak? Yönetimde asıl maksat adalet ise kureyşten olması şartı neden gereklidir? Kureyşten olunca daha mı adil bir yönetim uygulanmış oluyor? Bu yanlış(anlaşılan) kural sebebiyle IŞİD gibi çakma terör örgütlerinin kendi yöneticileri için ucu peygambere dayanan sahte soyağaçları uydurduğunu biliyoruz. Halbuki Peygamber soyundan gelmek hiç bir kimseyi bir diğerinden ayrıcalıklı ve üstün yapmaz. Çünkü asıl üstünlük Allah katında belli olacaktır ve ölçüsü takvadır. Bu anlamda eşitlikçi bir yönetimsel katılım Demokraside mevcut iken hilafet modelini savunanlar hala bu tartışmayı aşamamışlardır.
6-Yonetimde şura şarttır. Ama hilafet modelinde şura hangi kural ve yardımcı kurumlar dahilinde izleyecektir? Demokrasi’de Şuranın şartları, şuraya katılım şartları, yönetici ile şura meclisi arasındaki ilişkiler belirlenmiş ve artık uzun yıllardır uygulanmaktadır. İslam tarihinde Şura’nın çok fazla işletilmediğini görüyoruz. Bu sebeple Şura ile ilgili tarihten bugüne kalan kurumsal bir mirasımız olmadığı gibi Hilafet modelinde şuranın tecrübe edilmiş bir açıklaması bulunmamaktadır. Hatta Şura daha çok danışma meclisine dönüştürülmüş ve ülkenin kaderi bir kişinin yetkisine bırakılmıştır. Demokrasi ve Cumhuriyet gibi sistemlerin hilafet modelinden farkı sistematik bir şura mekanizmasının yerleştirildiği sistemler olmalarıdır. Bu noktada da demokrasi, hilafet modelinden bir adım öndedir.
7-Tarihte Halifeyi genelde başkentte oturanlar seçmiştir. Ülkenin geri kalanından ise biat alınmıştır. Bugün bu yöntem artık uygulanabilir mi? Günümüz toplumları siyasal kültür açısından değişime uğramışlardır. Bu bağlamda hilafet modelinin seçim ve biat arasındaki fark noktasında bir çözüm geliştirmesi ve bir yenilenme içerisine girmesi gerekmektedir. Demokrasilerde ise bu sorun çoktan aşılmıştır.
8-Halife ömür boyu görevde kalmış, yönetim süresi sınırlandırılmamıştır. Bu durumun sorunlara sebep olduğu artık tarihi tecrübe ile sabittir. Uzun süre görevde kalan yöneticilerin yolsuzluk ve haksızlık yapma potansiyelleri çoktur. Devlet kademelerine iyice çöreklenme böylesi durumlarda kaçınılmazdır. Bu sebeple yöneticinin değiştirilmesi daha şeffaf bir yönetim için zaruridir. Demokrasiler yine hilafet modellerinden farklı olarak bu konuda da bir çözüm üretmişlerdir.
Yukarıdaki karşılaştırmalarda biat, şura gibi örneklere bakıp “bunlar zaten İslam da var” diyenler olabilir. Bu durumda ilk akla gelen soru; metotları itibariyle madem İslam’da var ise Demokrasiye neden karşı çıkıldığıdır. Bu tutarsız bir tavırdır. Yine görülüyor ki İslam adına savundukları Hilafet modeli Demokrasiye göre oldukça yetersiz bir yönetim biçimidir ve bu yönüyle çağımızın ihtiyaçlarını karşılayacak fonksiyona sahip değildir. Zaten İslam dini belli bir yönetim modeli tayin etmemiştir. Sadece yönetimle ilgili belli başlı ilkeler tayin etmiştir. Bu ilkelere sahip bir yönetim sistemi adı ne olursa olsun, kimden gelirse gelsin İslam’a uygundur.
Müslümanlarda kendi dönemlerinde hakim olan saltanatçı yönetim anlayışını iktibas etmekte bu sebeple bir beis görmediler. O günün yönetim anlayışı Sasani ve Roma yönetim anlayışına bağlıydı. Örneğin Müslümanalr Hz. Ömer’den itibaren dönemin süper güçlerinin kullandığı divan teşkilatını hiç gocunmadan İslam devletinde kullanmaya başlamıştı. Öyle ki Emeviler döneminde de uzun bir müddet kullanılan Divanların katipleri Yunan veya Perslerden seçilir ve kayıtlar grekçe yada farsça tutulurdu. Kaldı ki dönemin hakim siyasal kültürü İslam devletine alınırken sadece olumlu yönüyle değil olumsuz yönleriyle de alınmıştı. İlke kez İran etkisiyle dört halife döneminde olmayan “yöneticinin Tanrının temsilcisi olduğu” anlayışı İslam’a da bu etkileşim sayesinde sokulmuştur. Bu anlamıyla Halife ismi dahi Abbasiler döneminden itibaren kullanılmaya başlanmıştır. Dört raşid halife dönemi diye adlandırdığımız dönemde yöneticiler emirül müminin gibi ünvanları kullanmışlardır. Hatta Hz. Ebubekir’e Allah’ın halifesi denildiğinde kendisi buna itiraz etmiş ve ben Resulullah’ın halifesiyim demiştir. Yani halife kelimesini kelime anlamıyla almış ve Peygamberin halefi olmak anlamında kullanmıştır. Sonraları İran etkisiyle bu kelime anlam değişimine uğramış ve yönetici Allah’ın temsilcisi gibi görülmeye ve unvanlar almaya başlamıştır. Bu anlayış devamında Kurandaki Ulul emr ile ilgili ayetleri de istismar ederek yöneticiye dini bir dokunulmazlık atfedilmiştir.
Son olarak dışarıya ve yeniliklere oldukça açık bir tarihsel mirasın torunları olarak bizler ise sırf batıdan çıktığı için Demokrasi’ye karşı çıkmakta ve tarihte kalmış hilafet gibi modelleri İslam’ın aslıymış gibi savunmaktayız. Bu yanlıştan bir an önce dönmek gerekmektedir. Her yönetim modeli gibi Demokrasinin de kendi içerisinde kusurları olabilir. Ancak bu durum Demokrasinin elimizdeki en gelişmiş yönetim biçimlerinden biri olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Hele ki ihtiyaçları karşılama noktasında Hilafet modeli Demokrasiyle kıyaslanamayacak bir düzeydedir.