Egemenlik Millete aittir sözü demokratik anlayışın bir ürünüdür. Demokrasi ile gereksiz bir biçimde kavgalı olan bir takım Müslümanlar bu ifadeye hemen “Egemenlik kayıtsız şartsız Allah’a aittir.” sözüyle itiraz ediyorlar. Halbuki Egemenliğin demokrasi açısından ne anlama geldiğine bakmak bu tartışmanın/tepkinin ne kadar kısır ve anlamsız olduğunu gösterecektir.
İslam tarihinin yönetim alanında yaşadığı belki de en büyük kriz yönetimin nasıl devredileceği konusundaki tıkanıklıktır. Yönetim saltanat sebebiyle çoğu zaman kanla ve savaşla elde edilmiştir. Taa dört halife döneminde bile bu konuda bir belirsizlik yaşanmıştır. İslam devletlerinde çoğu zaman bir yönetici öldükten sonra yerine yeni yönetici geçmesi için kardeş kanı dökülmüş ve binlerce müslümanın kanı heder edilmiştir bu saltanat savaşlarında. Üstelik kimse de yöneticinin kim olması gerektiği konusunu dönüp halka sormayı düşünmemiştir. Bizimle aynı sorunu yaşayan Batı dünyası, bu sorunu çözmede demokratik yöntemi geliştirerek işe koşmuşlardır. Yönetici değişikliğinin halka sorulması gerektiğini belirtmek anlamında egemenliğin belli bir krala, ailesine ya da hanedana değil bütün bir halka ait olduğunu belirtmek anlamında Egemenlik milletindir demişlerdir.
Egemenlik Millete aittir ifadesiyle kast edileni İslam, biat sistemiyle tesis etmeye çalışmıştır. Dört halifenin seçilmesinde de halkın biat etmesi istenmiştir. Halka rağmen hiç bir raşid halife seçilmemiştir. Hz. Ebubekir’in r.a Hz. Ömer’i r.a önermesi aday önerisi niteliğindedir. Direk halka sormadan yönetici tayini değildir. Çünkü Hz. Ebubekir önerse de eğer halk Hz. Ömer’e biat etmeyi seçmemiş olsaydı Hz. Ömer yönetici seçilemezdi. Sonrasında saltanat fitnesine maruz kalan müslümanlar, liyakati, şurayı ve halkın iradesini gözetmeyen yöneticileri meşrulaştırmaya çalışmışlar. Öyleki bazı alimler güçlü olan haklıdır düşüncesini kitaplarında dile getirerek halktan zorla biat toplayan kralların bu hareketini meşrulaştırmışlar. Muaviye’yle birlikte -istisnaları olsa da- İslam dünyası günümüze kadar bir yönetim krizine girmiştir. Bugün şuursuzca Demokratik yönetimden yararlanmayı reddeden müslümanlar bir alternatif geliştirememişler. Nihayetinde Sünni Hilafet teorisi ile oldukça fantastik bir içeriğe sahip Şii İmamet mitolojisi iflas etmiştir.
Gelinen noktada siyasal alandaki tıkanıklığımızı gidermek şöyle dursun modern dönemde geliştirilmiş veya kendisinden fazlasıyla ilham alabileceğimiz Demokrasi gibi yönetim modellerinin ne olduğunu anlamadan eleştirmekteyiz. Üstelik demokrasiye karşı çıkan Müslümanların halkın iradesine ve egemenlik yani kendi kendini yönetme hakkına rağmen iktidara gelen Körfez ülkelerindeki saltanat rejimlerine tek laf etmediklerini görmekteyiz. Acaba bu Müslümanlar milletin egemenliğini reddederken Kralların egemenliğini kabul ettiklerinin farkındalar mı? Şayet ona da karşı iseler öyleyse alternatifleri nedir? İşte bu noktada yönetimin nasıl devredileceği ve yönetici seçiminde halkın iradesini esas alan bir yönetim modeli olarak Demokrasinin farkı devreye girmektedir.