Müslümanların Yönetim Krizi ve Hilafetin İflası

Müslümanlar bin dört yüz yıldır çok az istisnalar dışında bir yönetim krizi içindedirler. Hz. Osman’ın son yılları ve Hz. Ali döneminden itibaren başlayan siyasal kriz, sonrasında yönetim işinin saltanatlaşması ile derinleşerek devam etti. Bu süreçte meydana gelen olaylar etrafinda şekillenen Sünni ve Şii siyasal düşünce sadra şifa bir yönetim anlayışı ortaya koyamadı. Sünni düşünce içerisinde gelişen Hilafet sistemi sürekli bir gelişim seyri içerisinde pratiğe dökülemedi. Avrupa’nın Demokrasi yönetim biçimini yüz yıllar içinde geliştirerek ortaya çıkarmaları gibi Müslümanlar da Kuran’ın ön gördüğü yönetim ilkelerinden hareketle sınırları çizilmiş, içi doldurulmuş, dört başı mamur bir yönetim sistemi geliştiremediler. Günümüzde Halifelik/Hilafet olarak bilinen bu sistem daha gelişim sürecinde iken boğuldu. Teorisi tutarlı bir şekilde kurulmuş ve geçen yüz yıllar içerisinde pratiği sınanmış bir Hilafet sistemi geliştirilemedi. Ancak bugün Müslümanlar, içeriğini pek sorgulamadan, modern yönetim biçimlerine karşı alternatif olma potansiyeli varmış gibi ısrarla Hilafeti savunmaktadırlar. Halbuki İslam’da belli bir yönetim sistemi belirlenmemiş, sadece her çağda geçerli olacak bazı yönetimsel ilkeler ortaya konulmuştur. Şura, Adalet, Liyakat gibi ilkelerden hareketle; Müslümanların yaşadıkları çağın ihtiyaçlarına göre bir yönetim sistemi belirlemesi işini kendilerine bırakmıştır. Hilafet kurumu tarihsel görevini yerine getirmiştir. Müslümanlar artık bugün Demokrasi gibi oldukça gelişmiş sitemler karşısında ya tamamen ayrı, güçlü bir alternatif ortaya koymalıdırlar ya da mevcut sistemlerden yararlanarak kendi yönetim biçimlerini geliştirmelidirler. Ne de olsa hadiste belirtildiği gibi “Hikmet Müminin yitik malıdır, Onu nerede görse almaya hak sahibidir.” (Tirmizi, İlim 19; İbn Mâce, Zühd 17) Maalesef elimizdeki devlet yönetimiyle alakalı Maverdi,Cüveyni,Gazali,İbni Teymiye gibi geçmiş alimlere ait eserler sultanlık, vezirlik gibi kavramlar üzerinden hareket etmektedir. Bu kavramların ve yönetim anlayışının günümüz ihtiyaçlarına göre yenilenmesi(tecdid edilmesi) gerekmektedir.  Hilafet anlayışının temel köşe taşları açısından aşağıdaki kısa değerlendirmesi olayın kriz boyutunu gözler önüne serecektir.

a- Ehlul Hal ve’l Akd
İslam hukukunda devlet başkanını seçmek veya azletmekten sorumlu heyet/gurup anlamına gelir. İslam alimleri bu heyetin kimleri kapsayacağı konusunda farklı görüşler ifade etmişlerdir. Bu alimlerin içerisinde bulundukları siyasi, sosyal koşullar, sahabiler arasındaki siyasi ihtilaflara yaklaşım şekilleri bu konudaki görüşlerini etkilemiştir. Fakat ehlül hal vel akd heyetinin oldukça somut bir şekilde çalıştırıldığı tek örnek Hz. Osman’ın halife seçilmesi olmuştur. Başkan adayını belirlemek için Abdurrahman b. Avf başkanlığında altı kişilik bir heyet kurulmuş. Bu heyet Hz. Osman ve Hz. Ali’yi aday olarak sunmuş ve kimlerin oy/biat vereceğini belirlemişlerdir. Muhammed Hamidullah’ın aktardığına göre Medine’de hür, köle, kadın, erkek, genç, yaşlı hiç kimse bırakmadan herkesin görüşü sorulmuş ve nihayetinde Hz. Osman seçilmiştir. Günümüzün Yüksek Seçim Kurulu gibi çalışan bu heyet maalesef kalıcı olmamış, Hz. Osman’ın seçiminden sonra dağılmıştır. Böyle bir heyetin sürekliliği ve otoritesi sağlanabilseydi sonraki yönetici seçimlerinde yaşanan krizler önemli ölçüde azaltılabilecekti. İslam tarihinde  bu heyetin işletildiği kayda değer tek örnek bu olay olmuştur. Ehlul Hal vel Akd heyetinin halifeyi azletme yetkisi bulunsa da bu yetki hiçbir zaman uygulanamamıştır. Anarşist siyaset anlayışına yakın olan bu azletme yetkisi sayesinde aşırı merkezileşme ve bürokrasi halkın iradesi lehine engellenmiş olacaktı. Şayet uygulanabilseydi… Görüldüğü gibi Sünni Hilafet anlayışının önemli bir unsuru İslam’ın ilk çağından itibaren ihmal edilmiştir.

b-Şura
İslam’ın yönetim anlayışının dolayısıyla Hilafet anlayışının önemli bir diğer unsuru Şura’dır. Adını bir sureye verecek kadar önemsenen bu ilke Şura suresi 38. ayetinde şöyle ifade edilmiştir: “Onlar, Rabblerinin çağrısına uyarlar ve namazı dosdoğru kılarlar. İşlerini birbirlerine danışarak yaparlar.” İlk halifeler Şuraya riayet konusunda dikkat etmişler önemli devlet işlerinde istişare ile hareket etmişlerdir. Ancak devamında Şura devreden çıkarılmış, Bir takım alimlerin kamuoyu oluşturma şeklindeki kişisel çabası dışında kurumsal bir Şura meclisi oluşturulamamıştır. Hatta Şura meclisinin kararının kral/emir/halife üzerinde bağlayıcı olup olmadığı dahi tartışmaya açılmış ve bir kısım ulema Şura’nın kralı bağlamadığı görüşünü savunmuşlardır. Nihayetinde günümüz Demokrasilerindekine benzer şekilde iktidarlar üstü, belli bir iç işleyişe sahip bir şura meclisi ortaya konulamamış veya geliştirilememiştir. Bunu belirtmedeki maksadımız ille de mevcut demokratik millet meclisleri gibi bir meclis arayışında/talebinde olmak değildir. Ancak bu kıyaslama ile Şura ilkesinden hareketle kurumsallaşmış, sistemli ve sürekli bir yönetim biçiminin üretilemediği vurgulanmaya çalışılmaktadır.

c-Liyakat
Nisa suresi 58. ayetinde “Allah size, mutlaka emanetleri [işleri] ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle davranmanızı emreder.” şeklinde yapılan liyakat/ehliyet vurgusu İslam’ın yönetim anlayışının önemli ilkelerindendir. Ancak Muaviye ile birlikte yönetim işi babadan oğula geçmeye başlamış, Liyakat yerini kan bağına bırakmıştır. Yine Hilafetin Kureyş’ten olduğuna dair rivayetler de liyakat anlayışının köreltilmesinde işe koşulmuştur. Muaviye’den günümüze kadar maalesef İslam dünyasında hala krallık devam etmektedir. Yine tarih boyunca bu bozuk saltanat anlayışı yüzünden birçok veliaht/prens saltanat savaşına girişmişler, Küffar ile cihad etmesi gerekirken birçok İslam mücahidi bu savaşlarda kardeş kanı döküp canlarını vermişlerdir. Liyakat, İslam’ın en önemli yönetimsel ilkelerinden olmasına rağmen liyakat üzerinden saltanat tartışmaya açılmadığı gibi sorunların asıl kaynağı olan saltanat uğruna kardeş katlinin dahi caiz olduğuna fetvalar verilmiştir. “Fitne öldürmekten kötüdür”(Bakara, 191)  ayetini baştan İslam’ın liyakat prensibine ters olan saltanat adına kan dökme gerekçesi olarak gösteren Müslümanlar, “Yoksulluk endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin; onlara ve size biz rızık veririz. Şüphesiz, onları öldürmek büyük bir hata (suç ve günah)dır.” (İsra, 31)  ayetini barış için kullanmayı ve daha iyi bir yönetim sistemi arayışına girmeyi ihmal etmişlerdir. Emevi veya Abbasilerdeki saltanat savaşlarını bırakın sadece ecdadımız olan Osmanlı’nın kendi içindeki saltanat savaşlarına dönüp bakmamız dahi durumun vehametini ortaya koymada oldukça yeterli olacaktır. Çelebi Mehmet’in kardeşleriyle olan savaşları veya Sultan Bayezid’in Cem Sultan ile 1482’de yaptıkları savaşta binlerce Müslüman asker birbirlerinin kanlarını akıtmışlardır. Liyakatin değil savaşı kazananın yönetimde belirleyici olduğu bu ve benzeri savaşlarda resmen güçlü olan haklı sayılmıştır. Bugün dahi Nizam-ı Alem mefkuresi ile methedilen bu saltanat savaşlarının Osmanlı’nın çöküşünü hızlandırdığı ise göz ardı edilmektedir. Kardeş kanı akıtmayla ve saltanat savaşlarıyla dolu mazimiz önümüzde iken hangi Hilafet sisteminden bahsettiğimizi bir kez daha düşünmemiz gerekmektedir.

d-Biat(Oy)
İslam devletinde yöneticiler ile yönetilenler arasındaki sözleşmeyi ifade eden biat kavramı İslam’ın yönetim anlayışının önemli ilkelerindendir. Biat istenilen kişilerin hangi şartlar taşıdığına dair alimler arasında çeşitli görüş farkları bulunsa da biat sayesinde halkın iradesi yönetime yansımaktadır.  Egemenlik Millete aittir ifadesiyle kast edileni İslam, biat sistemiyle tesis etmeye çalışmıştır. Dört halifenin seçilmesinde de halkın biat etmesi istenmiştir. Halka rağmen hiç bir halife seçilmemiştir. Örneğin; Hz. Ebubekir’in r.a Hz. Ömer’i r.a önermesi aday önerisi niteliğindedir. Direk halka sormadan yönetici tayini değildir. Çünkü Hz. Ebubekir önerse de eğer halk Hz. Ömer’e biat etmeyi seçmemiş olsaydı Hz. Ömer yönetici seçilemezdi. Sonrasında saltanat fitnesine maruz kalan müslümanlar, liyakati, şurayı ve halkın iradesini gözetmeyen yöneticileri meşrulaştırmaya çalışmışlardır. Öyle ki bazı alimler güçlü olan haklıdır düşüncesini kitaplarında dile getirerek halktan zorla biat toplayan kralların bu hareketini meşrulaştırmışlar. İlk kez Muaviye, oğlu Yezid için zorla biat toplamış. Devamında gelen birçok yönetici de ölüm, hapis ve işkence ile insanları tehdit ederek zorla istediklerini yönetici seçtirmişlerdir. Bu sebeple -istisnalara rağmen-  İslam’ın ilk çağından itibaren biat ilkesi iflas etmiştir. Ortaya çıkan saltanatla belli aileler ve hanedanlar Müslüman halkların iradesini hiçe saymışlardır. 

e-Adalet
“Allah size.. insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle davranmanızı emreder.” ayeti ve Kuran’daki birçok ayet Adaletin İslam’ın en temel ilkelerinden olduğunu ortaya koymaktadır. Adaleti sağlayan en önemli aygıt ise hukuktur. Müslümanlar İslam ulemasının gücü ve Fıkıh ilminin sorunları çözme kapasitesi sayesinde çağlar boyunca adaleti tesis etmeye çalışmışladır. Ancak demokrasilerdeki gibi anayasal bir sistem geliştirilemediği için adalet; yöneticilerin inisiyatifi ile alimlerin yöneticileri adaletli davranmaya zorlamaları arasında kalmıştır. Ünlü sosyolog Şerif Mardin, Ehli Hadis ulemasının Sultanların üzerinde otorite kurmaya muvaffak olamasalar da çoğu zaman onların halkı ezmelerini engellediklerini tespit etmektedir. Ancak nihayetinde yönetim sistemi içerisinde adaleti sağlayacak mekanizmalar yeterince geliştirilememiştir. Çoğu defa insanlara zulmeden, içki içen, adam kayıran, haksızlık yapan, kan akıtan yöneticiler Peygamber ve raşid halifeler ile mutlak bir “Ulul emre itaat” anlayışı çerçevesinde aynı kefeye koyulmuşlardır. Yine bunda zalim yöneticilerin insanların kanını dökmemesi, kamuoyunun düzenini bozmaması maslahat olarak amaçlansa da zalim yöneticilerin adaleti rafa kaldıran uygulamaları göz ardı edilmiştir.

Son olarak yönetim krizinin en temelinde yatan en önemli sorunlardan birisi ise yönetimin sivil bir alan olarak değil de dini bir alan olarak görülmesi olmuştur. Sözgelimi yöneticinin Peygamberin değil de Allah’ın halifesi/temsilcisi olması, Kureyş’ten/Ehli Beyt’ten olması gerektiği veya yöneticilere(ulul emr) itaatin Allah’a itaate eşitlenmesi gibi yaklaşımlar bu duruma yol açmıştır. Haliyle yönetim işiyle alakalı her yenilik ise bidat sayılmış ve bu alandaki yenilikçi gelişmelerin önü tıkanmıştır. Dolayısıyla sistemleştirilmiş bir yönetim anlayışının ortaya çıkması şöyle dursun, gelişmenin döl yatakları kurutulmuş ve gerilemenin önü alınamamıştır.

Nihayetinde halifelik sisteminin içi boşaltılmıştır. Bugün Müslümanların tarihi süreç içerisinde yaşanılan bu yönetim krizini görmeleri gerekmektedir. Sistemler gah teoriyle gah pratikle yoğrularak olgunlaşır ve ortaya çıkarlar. Müslümanlar geçmişteki yönetim tecrübelerini göz ardı etmeden çağımızdaki yönetim örneklerinden de yararlanarak İslami ilkelere uygun bir yönetim sistemi geliştirmelidirler. Başka bir ifadeyle kökten bir hilafet savunması yapmak veya kafadan demokrasi düşmanlığı yapmak doğru değildir. Bir yönetim krizinden geçtiğimizi ve bugünlere geldiğimizi kabul etmeliyiz. Sorunun tespit edilmesi çözümün yüzde ellisidir. İslam ve devlet yönetimi etrafında ele alınacak konular oldukça fazla olsa da bu yazının başlangıç itibariyle temel bir bakış açısı sunmasını ümit ediyorum.

0 Paylaşımlar
0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
0
Would love your thoughts, please comment.x